|
Ödenen bedeller ve milliyetçi öfkeler

Teröre değmeden, değinmeden Kürt sorununu tartışma noktasından hızla uzaklaşıyoruz…

Türk siyasi sisteminin Güneydoğu''ya, Kürtlere yaklaşımı ülkeye ağır bir bedel ödetti. PKK da varlığıyla, terör eylemleriyle, sisteme, topluma, Türklere ve Kürtlere ağır bedeller ödetti.

Bu ülke 1980''lerden bu yana artan ya da azalan oranda bir çatışma havası soluyor. Yiten sadece canlar olmadı. Bu çatışma ülkeye gerginlik, otoriter ve askeri doz artışı getirmekle de kalmadı. Aynı zamanda yeni milliyetçilik dalgalarına zemin hazırladı. Bu dalgalar siyasetin, çözümün, yumuşamanın önündeki en önemli engeller haline geldiler.

Kürt sorunu her şeyden öte siyasi ve toplumsal nitelikli bir sorundur.

Her siyasi ve toplumsal nitelikli sorun gibi çözüm için karşılaşma, konuşma, özgür ifade ve öneri, yerel inisiyatif gerektirir. Bunların mümkün olabilmesi ise her iki kesimde, her iki kamuoyunda da Kürt sorununa farklı ve çeşitli bakışların, daha doğrusu bir çoğulculuğun varlığını icap ettirir.

Diğer ifadeyle demokratik ilişki taraflar demokratlaşmadan, Türk ve Kürt siyasi alanı çoğulculaşmadan kurulmaz. Güneydoğu ya da Kürt sorunu bir yanda sadece devletin ürettiği resmi politikalara, öte yanda örgütün belirlediği fikirlere hapsolursa, acıların, sorunların dinmesi mümkün olmaz.

Şiddet ve ona endeksli olarak milliyetçiliklerin yükselmesi bu noktada ciddi bir sorun oluşturuyor. Zira toplulukların sorunlara, siyasete, dünyaya sadece kendi gözlükleriyle bakıp, faturayı hep “öteki” kıldıklarına çıkarması ne yazık ki bu “hapis şema”sını, siyasi merkezlerin güdümündeki otoriter nitelikli çatışma ruhunu azdırmaktan başka işe yaramıyor.

Bugün sorunun bu yönü açısından Türkiye, Türk ve Kürt kamuoyuyla bir ayrım noktasına gelmiştir. Bu, politika ve talep üretiminde çoğulculaşma ile tekelci siyasetlere mahkum olma arasındaki yol ayrımıdır.

Şu iki gelişmeyi gözden kaçırmamak gerekir:

Türk kamuoyu, yıllarca devletin yaptığı “Kürt sorunu birkaç eşkıyanın ve dış güçlerin işidir” propagandası hilafına, sorunun daha derin, önemlisi, Kürt kamuoyunu kuşatan toplumsal bir sorun olduğunun farkına varmıştır. AB hattında genişleyen özgürlükler alanı, bu çerçevede Kürt siyasi taleplerinin Kürt örgütleri kadar kamuoyu kuruluşları tarafından taşınması, bölge belediyelerinin artan oranda oynadıkları siyasi rol bu farkındalığın hem taşıyıcısı ve hem aracı olmuştur.

Bu gelişmenin yarattığı birbiriyle ters orantılı iki gelişme ya da bir yol ayrımı vardır.

Bir yandan bu durum Kürt sorunu çerçevesinde Kürt ve Türk kamuoylarının karşılaşma ve etkileşim imkanlarını ifade etmektedir. Diğer yandan aynı durum Kürtlere yönelik bir tepkiyi ve milliyetçilik dozunun yükselmesine işaret etmektedir.

Bu ayrım noktasında hangi yolun tutulacağı, Türk ve Kürt siyasi aktörlerinin devletten ve örgütten ne denli bağımsız davranabileceklerine, dolayısıyla şiddet ile siyasetin ne oranda yer değiştireceğine bağlıdır. Devletin katı tutumu ne denli Türk ve Kürt milliyetçiliğini tahrik ediyorsa, Kürt siyasetinin şiddet yolunu tutturması da aynı milliyetçilikleri o denli beslemektedir. Bu noktada milliyetçilikler birbirini beslemekte, şiddetin meşruiyeti siyasetin meşruiyetinin önüne geçmektedir.

Güneydoğu''da yıllarca süren çatışmaların en büyük sonuçlarından birisi göç ve kaotik kentleşme olmuştur. Kaotik de olsa bu kentleşme Güneydoğu''da hatırı sayılır bir kentleşme sürecini beslemiştir. Bu süreç çerçevesinde ve acının ürettiği deneyimler sonucunda bölge kentlerinde ciddi bir bireyleşme dalgası, toplumsal doku ve kültür açısından önemli bir çoğulculaşma eğilimi ortaya çıkmıştır. Örneğin, Diyarbakır uluslararası sanatçıların çıktığı, siyasete mesafeli düşünce dünyasıyla haşır neşir genç topluluklarının oluştuğu bir alan haline gelmiştir.

PKK''nın ve Kürt partilerinin tekçi siyaset ile bölgede yaşanan sosyal ve kültürel çoğulculaşma eğilimi arasındaki çelişki bugünü açıklayan en önemli çelişkidir. Örgütün ve çatışmaların ürettiği bir doku bugün, örgüte yönelik en önemli tehdit haline gelmiştir. PKK''nın şiddet eylemlerini arttırması, kendi içinde tasfiyelere gitmesi, çoğulcu eğilimden üreyen kendisine alternatif siyaset fikrini yok etmeye çalışması, en önemlisi bölge halkı üzerinde tekel kurmaya çalışması bu çelişkinin doğrudan bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal siyasetin önünü kesmek, buna karşılık şiddeti hâkim kılmak, çoğulcu toplumsal dokuyu, tekçi, hatta Stalinist bir örgüt politikasıyla kontrol altına almak, yaşanan gelişmelerin özünü oluşturmaktadır. Her tür siyasi, sivil, ekonomik faaliyet üzerinde örgütün kontrolü toplumun kontrolü anlamına geldiği oranda milliyetçilik azmakta, Kürt politik alanı kendini sadece ötekiyle doğrulayan mutlak ve tekçi bir alan haline gelmektedir.

Evet, güç oyunu şiddete, akıl siyasete işaret ediyor...

Peki, karşı karşıya olduğumuz hangi güç oyunu? İhtiyaç duyulan siyaset hangisi?

16 yıl önce
Ödenen bedeller ve milliyetçi öfkeler
Fındık politikasına akıl sır ermiyor
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü