FETÖ'nün sadece Türkiye değil dünya için tehdit olduğunu, 15 Temmuz darbe girişiminde milletiyle neden iftihar ettiğini kürsüden açık ifadelerle anlatırken, “Şayet bugün karşınızda bulunuyorsam, milletimizin işte bu cesur ve asil duruşu sayesindedir” derken, Fırat Kalkanı harekatıyla Suriye topraklarında gözümüzün olmadığının altını çizerken, mülteciler için Türkiye'nin 25 milyar dolar harcadığını, AB'nin verdiği sözleri tutmadığını ifade ederken, “Beş ülkenin iki dudağının arasına dünyayı mahkum edemezsiniz. Ama şu anda dünya bu beş ülkenin iki dudağının arasına mahkum edilmiştir” tespitini tekrarlarken, tezlerindeki tutarlılığı da yıllar içindeki sürdürülebilirlik boyutuyla dünya liderlerine içtenlikle aktarmıştır.
İletişimci gözüyle, milletini ve kendisini doğru ifade edebilme açısından Tayyip Bey'i değerlendirecek olsak, “dünya liderleri arasında hitabet sanatı en güçlü olanlardan biri” demek durumundayız. Bu konuşmanın, vicdanlara ve duygulara hitap etmesinin yanı sıra, Algılama Yönetimi'nin temel kurallarından olan “Kafaları karıştırmamalısın”, “Gerçeklere dayanmalısın”, “Sonuca odaklanmalısın”, “Tekrar etmelisin” başlıklarıyla tam bir uyum içinde olduğunu da ifade edelim.
***
“Benim tezim, her iki dostumun da beslendikleri kaynak olan Anglo Sakson siyasal iletişim kuramlarının artık iflas ettiği ve Türkiye'ye özgü iletişim kuramlarının üretilmesi gerektiği yönündedir.”
O iki dosttan biri bendeniz oluyorum, diğeri de
… Değerli
kardeşim Salı günkü yazısının girişinde böyle diyor.
adlı kitabımızın temel tezini böyle talihsiz bir cümle içinde okumak, rahmetli ressam
'nin 'Kaplumbağa Terbiyecisi' adlı ünlü tablosunda resmettiği kaplumbağalardan birinin çorba yapılıp içildiğini görmesi kadar şaşırttı beni.
Kemal Öztürk kardeşimin kaliteli polemikten yana olduğunu ve bu nedenle benim
başlıklı yazıma cevap vereceğini söylediğinde gerçekten sevindim.
Öyle ya
(Hakikat kıvılcımları fikirlerin çatışmasından) doğmayacaktı da nereden doğacaktı?...
Şimdi gelin dostumuzun Salı günkü yazısında dijital-analog çelişkisinden hareketle yaptığı
tespitini hatırlayalım:
“Kanal 7'de çalıştığımız dönemlerde, tüm televizyon teknik yapısı analog sistemdi. O dönemden dostum Cengiz Er, sonraları birçok televizyonun kuruluşunu başarıyla yaparken, insan kaynağı konusunda çok güzel bir tabir kullanmıştı: 'Bu kişi analog kafa, bize dijital kafa lazım'.
Bence içinde bulunduğumuz çağı ve değişimi çok güzel özetleyen bir tabirdir bu. Dijital devrim, tüm analog sistemleri ve kuramları bir anda geçersiz kıldı. Tıpkı bugün kullanılmayan VHS, BETACAM analog cihazlar gibi, iletişimin de birçok kuramı, modeli, tezi kullanılamaz halde. Dijital dünyada, hâlâ analog yayın yapmaya kalkan gazete ve televizyonlar bu nedenle başarısız oluyorlar.”
Günümüz dünyasında analog ya da dijital her iletişim aracının, birinin diğerini yok etme gücü olmadan kendi mecrasında akıp gittiğini, yolda düşenlerin elbette olacağını belirtelim.
Kemal Bey kardeşim, belediyelere kayyum atanması konusundaki karşılıklı görüş alış verişlerimize bir yeni tespitini dahil ederek oluşturduğu yazısında, terör örgütlerinin iletişime verdiği öneme de vurgu yapıyor ve diyor ki:
“Siyaset, artık iletişimin gücünü görmezden gelemez. Kayyum atarken, 'duralım iletişim planı yapalım sonra atayalım' demiyorum. Akut, acil durumlarda bu olmayabilir. Ancak hiç olmazsa darbe sonrası yaptığımız kayyum atamaları, tasfiyeler, gözaltılar ve ülkenin haklılığını anlatacak bir stratejimiz olsun. Bunu yöneten bir ekip, bir kurum olsun.”
Aynı noktada buluşmuşuz demek ki…
Yine kendisinin sözünü ettiği ve ilk yazısında 'yok' dediği
konusunda, kardeşim benim
dediğimi iddia etmiş ve oradan bir polemik üretmiş. Oysa bizim yazıyı dikkatlice okuyanlar benim ona kısmen hak verdiğimi ve
tanımını kullandığımı hemen fark edeceklerdir.
Öte yandan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü çalışmalarının önemi ve yapılması gerekenler hakkında yazdığım yazıların sayısını unuttuğumu ifade etmeliyim. Öyle
misali bir iki kere değil… İnternette adımla birlikte 'Kamu Diplomasisi' diye aratıldığında 38.600 sonuç çıkıyor. Bu demektir ki bazen kendimden sıkıldığım anlar pahasına bu konuda yüzlerce yazı yazmışım…
Karar alma ve ikna süreçlerinin tümünün insan gönlünden ve vicdanından geçerek yaşandığını unutmadan, iletişimde millîliğin nasıl da dayatıcı, hayati bir ihtiyaç olduğunu fark eden uzman arkadaşlarımızın sayısı çoğaldıkça ve dijital zihinlerin bu ruhtan nasibini almadan sahaya indiklerinde
den bir milim öteye gidemeyeceklerini bizzat sahada tecrübe ettikçe daha iyi anlıyoruz ki, Batı'dan kes-kopyala-yapıştır çözümlerle analog kafaları da, dijital kafaları da değiştirmek mümkün olamayacaktır.
Ayrıca
olarak kabul edilen ABD'nin,
'nin sözleriyle nasıl
ve
'nin
sağladığı siyasi sistem hakimiyetine Salı günkü yazımızda ayrıntısıyla değinmiştik… Kendimize dönüp baktığımızda, 15 Temmuz tarihi direnişi, elbette dijital kafanın değil, analog ruh ve iradenin zaferiydi…
Dijital kültür Anglosakson küresel tüketim ideolojisinin kutsallaştırdığı bir
dir. Evet bir araçtır… Ama hepsi o kadar. Dünyayı dijital kafalar değil, insanın tekâmül eden ruhu değiştirdi. Esenlik de oradadır zaten, dijital kafada değil…
Ancak demek ki, tüm iletişim kuramı ve ideolojik temeli millîlik meselesine gelip dayanan
kitabımızda olayı sevgili Kemal Öztürk'e tam olarak aktarmakta âciz kalmışız. Yoksa benim iletişim konusunda yazdığım, Algılama Yönetimi ile birlikte diğer üç kitapta ve
'ın dünyanın dört bir yanında verdiği konferanslarda, altı kalın kalın çizilen
boyutunun farkına varır, hoca ile benim iflas etmiş olduğunu iddia ettiği “Anglo Sakson siyasal iletişim kuramlarından beslendiğimizi” ortaya atmadan önce iki değil, üç hatta dört kere düşünürdü sevgili kardeşim…
Kemal Bey, yazısının son paragrafında demiş ki:
“Ali Saydam'ın “Algılama Yöntemi' isimli bir kitabı var. Bence bu kitabı okumalısınız. Sonra dijital devrimin, bu kitaptaki kuramları ve önermeleri nasıl değiştirdiğini düşünmelisiniz.
Bence Ali Ağabey bu kitabı yeniden yazmalı. Bana da imzalı nüshasını hediye etmeli tekrar.”
Sağol kardeşim. Yine de gel, sen o kitabı yeniden okuyuver.
Bir kitap yeniden yazılmaz; üstüne değer katacak yenisi yazılır. Ve kitabın eskimesi için ise önce anlaşılması ve gönüllerde de, zihinlerde de yeniden üretilmesi lazım gelir.
Öyle değil mi sevgili dostum?