Hasan Cemal, tam bir şeamet tellalı üslubuyla beyazdan siyaha uzanan renkler skalasında grileri bile atlayarak en karanlık gözlüklerle ülkeye bakıp, gerçekten var olan intihar saldırıları, terör gibi büyük sorunlarımızı da ekleyerek,
a vardırıyor lafı. Eğriyle doğruyu ille de buluşturacak ya, Moody's ile Suriye bağını da kurarak şu soruyu da sormuş:
“Özellikle Suriye'de izlenmekte olan çizgi, Türkiye'nin 'güvenlik riski'ni artırmıyor mu? Bu durum, siyasal belirsizliği biraz daha körüklemiyor mu?
Yine Suriye'yle ilgili olarak Kürtler konusunda Washington'la anlaşabiliyor mu Ankara?”
Zaten meselenin bam teli de orada. Washington'la anlaşılsa Hasan Cemal ve arkadaşları derin bir nefes alacak. Acaba tarihimizin hangi döneminde mevcut iktidara karşı olan aydınlar aynı zamanda ABD'ye de kendilerini bu kadar yakın hissetmişlerdir?
Emperyalizm hepimizden habersiz dünyadan tasını tarağını toplayıp gitmiş olabilir mi? Bizim
'ın bu ABD düşkünlüğünü nasıl açıklamalı? Erdoğan düşmanlığıyla ABD düşkünlüğü arasındaki dolaysız bağın, kendi hedef kitleleri açısından bu kadar ayan beyan ortalığa saçılıyor olmasından da rahatsızlık duymamaları tuhaf değil mi?
Erdoğan karşıtlığının ABD ve AB dostluğu anlamına geldiği yolundaki izlenimin altını bizzat kendileri çizmeye başladılar ve bunu yaptıkları sürece muhalefetin seçimle iktidara gelme umutlarının da iyiden iyiye azalacağını düşünemiyor olabilirler mi?
Türkiye'nin notunu düşürdüğünde bizim seçmenimiz ya da halkımız veya okurumuz sevinir mi, üzülür mü? Türkiye aleyhine dünyada ne olursa sevinmeli mi? Gerçeklikle bağını yitirmek dedikleri böyle bir şey olmalı. Peki ya siyasetçilere ne demeli? İktidara talip olan siyasetçilerin gerçeklikle bağlarını yitirip kendi hayal dünyalarında savrulma lüksleri var mıdır? Bir CHP milletvekili, örneğin Moody's notu için
veya bu anlama gelen
benzeri ifadeler kullanabilir mi?
Dün
online'daki derleme haberde Moody's atağının 1994 yılındaki krizi akla getirdiği belirtilerek söyle deniliyordu:
“Türkiye'nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993 tarihinde şaibeli ölümünün ardından, Türk ekonomisinde negatif bir ivme kaydedildi. Gelişen süreç boyunca tüm çabalar yetersiz kalırken, Moody's gibi kuruluşlar Türkiye'nin kredi notunu düşürerek ekonomiye son darbeyi yaptı ve 1994 krizi patlak verdi.”
Şimdi de 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının sonrasında aynı hamleyi yapıyorlar. Çünkü ekonominin kriterleriyle bakıldığında olup bitenler mantık dışı. Ekonomi Bakanı
, “Moodys'in almış olduğu not indirme kararı Türkiye ekonomisinin temel makro dinamikleri ile hiçbir şekilde örtüşmemektedir.” diyor.
Maliye Bakanı
da, Orta Vadeli Program'ın (OVP) beklenmesi mümkünken bunun yapılmamasını Türkiye'ye haksızlık olarak değerlendirmiş. Haksızlık elbette. .Kararın ekonomik değil siyasi bir kurgunun gereği olduğunu ekonomistler de, siyasiler de, konuyla ilgilenen herkes de, dünya da görüyor.
İnandırıcı ekonomik gerekçelere dayandırılmayan değerlendirmelere imza atan kredi derecelendirme kuruluşları, bu riski göze aldıklarında yapıp ettikleri kendi karnelerine de işlemiyor mu sanıyorsunuz? Belgesellere bile konu olmuştu.
,
,
gibi kuruluşlar, 2008 küresel kriz döneminde batan şirket ve bazı ülkelere en üst düzeyde notlar verip felakete neden olanlar listesinde ön sıralarda yerlerini almamışlar mıydı? 2008 büyük krizinde itibarlarını çöpe atan bu kuruluşların hayli yüksek para cezalarıyla baş başa kaldıkları hafızalardan silindi mi?
Örneğin 2011'in en iyi belgesel Oscar'ını da alan,
'un
(İç İşler) adlı belgeselini bir kez daha izleyesim var. (
seslendirmişti.) 2008'in küresel finans krizinin nasıl adım adım oluşturulduğunu, krizin patlak vermesinden birkaç gün önce Moody's, S&P gibi ünlü kredi derecelendirme kuruluşlarının
,
,
ve
gibi bankalara bol keseden verdikleri o en yüksek notlarını, ünlü aaa'larını nasıl takdim ettiklerini hayretlere dûçâr olarak izlememiş miydik?
Herkesi şaşırtarak birdenbire gözler önünde batan İzlanda'ya da öncesinde “harika, her şey kusursuz mükemmellikte” diyen notları da bu kuruluşlar vermişti.
Cuma günü Moody's'in Türkiye'nin kredi notunu düşürmesiyle dün sabah Borsa İstanbul yüzde 4,40 kayıpla haftaya başladı ve Dolar 3 liraya çıktı. Toparlanacağımız kesin. Başbakan Yardımcısı
'in dediği gibi, “En iyi cevap, reformları hızlandırmak ve mali disiplini korumak” olacak. Mehmet Şimşek, “Durmak yok, reformlara devam. Birçok iç ve dış şoka rağmen ekonomimiz, küresel kriz sonrası yüzde 5.2 büyümüştür” diyor.
Aklın sesi budur. Aklımızın yolu da budur. Birilerinin de ayakları yere bassın ama değil mi? ABD'nin koluna girerek bu halkın sempatisini asla kazanamayacağı yolundaki apaçık gerçeklikten bile uzak düşmüş olanlara verilecek en iyi cevaptır; 'Durmak yok, reformlara devam'.
Türkiye, dünyayı (ve de Türkiye'deki ecnebi aydınları) bir kez daha şaşırtacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın.