|
“Deli çocuklardan” mektup

Genç bir kardeşimiz, Ali Osman Özdemir göndermiş bu mektubu. Kendisinden izin alarak ve yer darlığı nedeniyle biraz kısaltarak aktarıyorum:



“Gören bizi sanır deli



Usludan yeğdir delimiz”



“Değerli Aydın abi; bir insan omuzunuzda ağladığında nasıl siz de kendi hislerinizle ağlarsınız ya… Ya da doya doya güldüğünde yine siz de o gülüşe ortak olursunuz ya… Biz de sizin yazınızı okuduğumuzda içimizi dökmek istedik.



Bir genç niye kendini bir davaya delicesine adar?



Akranları üniversitelerini rahat ve kaygısız bitirirken, işe kolayca yerleşirken, evlenip barklanırken, çoluk çocuk sahibi olurken; bir genç niye hayatını bir fikrin yoluna feda eder?



Çünkü o kendi varlığından daha kıymetli olan şeylere inanmıştır. Memleketin istiklalini, kendi istikbalinden daha önemli görmüştür. O büyük bir davayı, küçük hesaplara ve küçük planlara tercih etmiştir.



Peki, bu genç gerçekten deli midir? Belki… Belki de pek muhterem akıllılardan (!) olmaktansa, “atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler” şiarınca deli olmayı seçmiştir.



O gençler; “Akıl, akılsızlara gereklidir. Aklı olanlar aşkı seçsinler ve aklı terk etsinler” diyen merhûm Fethi Gemuhluoğlu'na kulak verenlerdir.



Aslında onların deliliği; okuduğu lise sıralarını bırakıp Çanakkale'ye cepheye koşan şehit namzetlerinin deliliği gibidir. Onların çılgınlığı; hesabî değil hasbî olmayı marifet sayanların huyundandır. Onların duruşundaki akıl almazlık; 50 bin kişiyle Anadolu kapılarına dayanan Alparslan'ın, kıl çadırlı küçük bir obadan cihan imparatorluğuna erişen kurucu yiğitlerin mirasıdır.



O deliliği kutlu bir rütbe gibi omzuna şerefle takan gençlerin neslinden birileri de biziz. Bununla iftihar ederiz. Üniversitenin hazırlık sınıfında karşılaştığım vaziyetti mesela beni deliliğe teşvik eden. Hükümet karşıtlığını devlet düşmanlığına dönüştüren öğrenciler ve onlara yer yer yardım eden, vicdanı cübbesinden karanlık bazı akademisyenler arayışa itti beni.



İlk aklıma gelen adres; partimizin il binasıydı. Oraya doğru ilk adımlarımı atarken; kalbimde siyasette yer almanın, memleket için doğru adımlar atıyor olmanın heyecanı vardı.



Bizim kuşağımız yani 90'lar nesli, Tsubasa seyredip 18 vites bisikletin peşinde koşarken, ebeveynlerimiz “bin yıl süreceği” iddia edilen 28 Şubat'ın zulmüne maruz kalıyorlardı. Biz ise AK Parti'nin kuruluşundan sonra; milletin iradesine kurulan pusulara ve gayrı ahlaki saldırılara şahit olduk. 367 garabeti, e-muhtıra, kapatma davası… Bunları televizyon ekranlarından seyrederken belki de haksızlığa karşı çıkıp haklının yanında olma azminin ilk tohumları ruhuma serpilmiş oldu.



Biz; başka arkadaşlarımız hayatlarını düzene sokarken, bozuk bir düzene karşı mücadele etmeyi tercih ettik. Biz onlar çocuklarını sevmeye başladığı demlerde, milletin çocukları daha aydınlık, daha güzel günlere uyansın diye alınteri döktük.



Kiminin evine kiminin eğlenceye çekildiği vakitlerde biz sokakları bayraklarla donattık. Yarının Türkiye'sini sırtlanacak gençlere davamızı anlatmak için kahvehane toplantıları yaptık.



Arkadaşlarımız uzun vadeli ev kredilerine, araba kredilerine girerken; biz yarını düşünmedik. “Bugün değil yarın yaparım” demedik. Bu ülkenin yarınlarını sağlama almak için harekete geçtik. Tûl-i emel sahibi olmamayı tavsiye eden Peygamberimiz'in işaretine râm olduk. Uzun planlar yapmadık. Kariyer basamaklarını tırmanmak yerine, direklere tırmanıp inancımızın bayrağını dalgalandırdık.



Ama dava adamı abilerimizin bir kısmı; o parlak kariyerli parlak çocukları bize tercih ettiler. Coşkulu nutuklar savurdukları toplantılarda alkışı yetersiz bulunca, salondaki hazirûnu “ruhsuz” olmakla suçladılar. Avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışladığımızda “şakşakçı” dediler. “Ev danası, öküz olmaz” dediler belki içten içe. Ama bilmedikleri şuydu. Biz evin danası değil, bizzat sahibi olmaya taliptik. Bu vazifeye talip olma sebebimiz ise; partimizin gençlerini “umudun, sevginin, aydınlığın geleceği” olarak tanımlayan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın taltifleriydi.



Konformist ve kibirli asansör çocuklarının görünmez oldukları meydanlarda biz vardık. Yarın; o çocuklar yine elektronik sigaralarının dumanları arasından pek kıymetli analizler üretirken, biz yine sahada, sokakta, meydanda olacağız. Üniversite yıllarında kendilerince akıllılık edenlerin uğramadıkları parti teşkilatlarında sabahlayan ve iş yerlerinde asgari ücretle çalışan genç kardeşlerimizle omuz omuza olacağız. İnandıklarımızı haykırmaya devam edeceğiz.



Belki o genç kardeşlerimizin tahsilleri az, maaşları az, abileri ve dayıları az ama çokça deliler. Bu yüzden de bize göre asansör çocuklarından yeğler. Biz inanıyoruz ki bu davayı lüks arabalar değil; davanın garip gurebası ileri taşıyacak.



Kimselerden delileri takdir etmelerini yahut da adil bir şekilde değerlendirmelerini beklemiyoruz. Korkmasınlar bizden. Ama en azından bize saygı göstersinler.”

#Mektup
#Çanakkale
#AK Parti
#Recep Tayyip Erdoğan
7 yıl önce
“Deli çocuklardan” mektup
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset