|
15 Temmuz Darbesi, BAE-İsrail toplantısında mı kararlaştırıldı?

Komplo teorisi oluşturmanın reytingi yüksek, dikkat çeken bir yönü olduğu için tercih edilen bir yöntem olduğu doğrudur ancak komplo teorilerinin haber kaynağını, yalancı çobana çevirme, muhatabını paranoyak yapma gibi yıkıcı etkileri olduğu da bir gerçek, bu nedenle mümkün mertebe uzak durduğum komplo teorilerinin reel gerçekleri örtmesine de müsamaha göstermemek gerekiyor, özetle bu minvalde yazmak zor, dolayısıyla gerçeğe en yakın şekilde konuyu izah etmeye çalışayım.

Türkiye gibi terörden çok çekmiş halen daha çekmekte olan ülkelerde, terör üzerine yapılan çalışmalar az, az olan çalışmalar da maalesef terörün canını yaktığı halka ulaştırılmıyor, bu terörle mücadele konusundaki bir eksiğimiz. Bunun naçizane gidermek amacıyla "terör" üzerine çalışmaya başladım, bugünden başlayarak bu köşede "terör" temalı bir yazı dizisine başlayacaktım ancak İsrail menşeili Haaretz gazetesinin "İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayid Al Nahyan ile 2012 yılında ABD'de çok gizli bir görüşme yaptığını ileri sürdüğü" haberini okuyunca yazı dizisi yerine bu konuyu yazmayı tercih ettim aslında bana sorarsanız bu "terör" temalı yazı dizisinin dışında değil zira Türkiye'deki terörün, içeriden çok dışarı ile bağlantısı var ve İsrail, BAE, 28 Şubat, 15 Temmuz, DAİŞ, PKK terörü bundan bağımsız değil hatta oldukça da bağlantılı.

2012 yılında İsrail ile BAE, ABD’de bir görüşme yaptı. Bu görüşme sırasında orada iki terör örgütü hazır bulundu; PKK ve FETÖ. Bu görüşmeden haberi olan kişi, görüşmeyi Türkiye'ye bildirdi ancak bu görüşmeyi bildirdiği kişiler maalesef devlet içinde kadrolaşmış FETÖ'cülerdi ve Türkiye'ye bilgiyi ulaştıran kişi yurtdışında mesnetsizce gözaltına alındı. Ama henüz 2012 yılında "15 Temmuz Darbe Girişimi" netleşmemişti. O görüşme sonrası sırasıyla; Gezi Kalkışması, 17/25 Aralık Kumpası, PKK tarafından Çözüm'ün bitirilmesi, MİT TIR'ları kumpası yaşandı. Bu süreçte basın bu girişimlere karşı duramasın diye şimdi uluslararası ölçekte Al Jazeera'ya yapılmak istenen o dönem "Selam Tevhid Kumpası" ile Ak Parti'ye yakın gazetecilere yapılmak istendi. Domino etkisinin farkında mısınız?

Burada hatırlatmak istediğim bir not daha var: CHP Milletvekili Eren Erdem'in "Türkiye İran'la savaşa girse, İran'ın yanında olurum." açıklamalarını hatırlayın, bununla birlikte CHP heyetinin neredeyse Türkiye ile savaşa girmek üzere olan Esed Rejimi ile yaptığı görüşmeleri hatırlayın, özellikle CHP'den bazı isimlerin bu süreçte Suriye ile Türkiye aleyhine görüşmeler yaptığı da belirtiliyor ancak bunları net bir şekilde teyit ettiremediğim için "iddia" şeklinde paylaşıyorum.

Madem hafızamızı tazeliyoruz devam edelim; Obama döneminde Amerika’nın, Suriye’ye girmemiz için verdiği gazı hatırlıyorsunuzdur. O dönem “İçinde paralel unsurlar olan bir ordu ile Suriye’ye girmemeliyiz, Türkiye’yi Suriye sularında göz göre göre boğarlar, bu Türkiye’ye toprak ve itibar kaybettirme operasyonudur” yazdığımda FETÖ’cülerden ağır şekilde gelen saldırıları anlamamıştık, daha sonra nedenini anladık… Türkiye’yi bitirme planının parçalarından biri de FETÖ lehine çalışacak unsurların bulunduğu bir orduyla, Suriye’ye çekme stratejisiydi.

Bu ve benzeri kararların bir kısmı 2012’deki toplantıda alındı.

15 Temmuz'a giden yolun taşları 2012'deki toplantıda döşenmiş olabilir ancak darbenin asıl görüşmesi 2015 yılında ABD'de Netanyahu'nun da katıldığı bir toplantıda yapıldı.

Buraya kadar anlattığım süreçte yaşanan en önemli gelişme de "Arap Baharı" denilen süreçti. Sürecin nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz. Arap Baharı'nın en büyük kaybı Mısır'daki darbeydi ama bu süreçte bilmediklerimiz de var... Arap Baharı süreci başlayınca en büyük rahatsızlığı İran, ABD, İngiltere ve Suud duydu. Bu rahatsızlık herkesin memnun olacağı şekilde sonuçlandı; ABD, bölgede İran ve Suud'un kendi adamları olarak yarıştığını görünce, bölgeyi bu iki "iyi adamına" bıraktı. Bizler Sisi'ye lânet okuyorduk ancak Sisi buz dağının sadece görünen yönüydü. Geçtiğimiz günlerdeki Suud'da "darbe" olarak nitelenen olayı hatırlayalım; Muhammed bin Nayif, Kral Selman'ın yeğeni, kendisi veliaht prens olarak ilan edilmişti ancak ani bir kararla birinci veliaht Muhammed bin Nayif, tüm görevlerinden azledildi. Savunma Bakanı Muhammed bin Selman birinci veliaht ve başbakan oldu. Bu gelişmenin en önemli nedenlerinden biri de Nayif'in, Sisi'ye olan mesafesiydi. Peki, Suud bu sessiz darbeye nasıl itildi, onu da anlatalım. 2012-2013 yıllarında Batılı bir siber güvenlik şirketi Körfez ülkelerini siber güvenliklerini sağlamak amacıyla ikna eder, Arap ülkeleri patır patır tüm önemli alanları bu siber güvenlik şirketine teslim eder lâkin bu şirket bir gün hacklendiklerini söyler, neredeyse tüm Arap ülkelerinin gizli bilgileri bir şekilde ele geçirilir. Hack konusunda Rusya ve İran'ın parmağı olduğu bilgisi yayılır. Bu bilgiler Rusya, İngiltere ve İran'ın elinde bulunmaktadır. Bu gelişme Arap ülkelerini Batı'ya biraz daha köle yapar.

Diğer yandan Trump'ın Suud'a yaptığı ziyareti hatırlayın, Trump orada şunu söyler "Biz Kudüs'te elçilik açacağız, siz sesinizi çıkarmayacaksınız" buna itiraz eden sadece Katar'dır ve akabinde hemen Katar hedef alınır, terörle ilişkilendirilir. Zaten Katar üstü kapalı olarak yaşadıklarının bir komplo sonucu oluştuğunu, hazırlanmış bir planın parçası olarak hedef alındıklarını ifade etti. Katar konusu bununla da sınırlı değil, Katar'a kurulan komplonun Kral Selman'a yapılan suikastla alakası olduğu da söyleniyor. İddiaya göre, Kral Selman yurtdışında bir suikasta uğrar, suikasttan sağ kurtulur, suikastta parmağı olan iki kişi yakalanır, bu kişiler de suikastta Katar'ın parmağı olduğunu söyler. Bu büyük komplo ile Suud-Katar ilişkileri bozulur, suikastın kimin komplosu olduğu hâlâ cevaplanmamış bir sorudur ancak kime yaradığı da ortadadır.

Katar'ı terörle ilişkilendirme operasyonunda sesi en yüksek çıkan ülke BAE ancak BAE sadece Katar'ı hedef almakla kalmıyor, BAE'nin diğer hedefi de Türkiye, zaten mevzumuz Netanyahu ve BAE arasında yapılan anlaşma üzerinde başlamıştı. 15 Temmuz ve BAE'yi bağlayan konu sadece Netanyahu ile görüşmesi değil, 15 Temmuz darbesinde etkin olan isim Muhammed Dahlan. Dahlan; BAE, İsrail ve İngiltere’nin sadık adamı. Dahlan, 2013'te Mısır'da Muhammed Mursi'nin devrildiği askeri darbenin perde arkasındaki mimarlarından biri olarak da biliniyor. Bunlar BAE-İsrail görüşmesinin, Dahlan eliyle ortaya çıkan sonuçlarında da bariz, bununla da kalmıyor Dahlan, Filistin'i yönetim anlamında işgal güçlerine teslim etmek için oluşturulmuş bir figür, Yaser Arafat'ın zehirlenmesi konusunda da parmağı olduğu söylenen bir isim, Mahmud Abbas’ın yerine Dahlan’ın getirileceği de söyleniyor. Ayrıca Dahlan'ın 15 Temmuz öncesi FETÖ'YE finansal kaynak sağladığı da biliniyor. FETÖ’nün “güneydeki sevdiği ülkenin” de 15 Temmuz öncesi, FETÖ ve BAE ile görüşmesi hiç şaşırtıcı gelmiyor.

Vesile ile terör üzerine yazı dizisine kısaca giriş yapalım; 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasındaki yıkım, savaşın topla tüfekle değil Soğuk Savaş ruhuyla yürüdüğü bir şekle evrildi, bu dönem ajanlar, terör unsurları işlevsel yönüyle bir savaş unsuru oldu ve yeni dönemde bu tip argümanlar bir savaş biçimi aldı. Zaten 1. ve 2. Dünya Savaşları, Müslümanların yaşadığı coğrafyaları, Batılı sömürgecilerin işgallerinin devamlılık arz eden şekle sokmasını sağlamıştı, bunun sonucu olarak bölgeyi istedikleri gibi çizip böldüler, bu çizip bölme toprağını savunan insanları “terör örgütü” ilân edip, bölgede işgal gücü olarak kalmalarını sağladı, bölgede yerleşmiş işgalci olarak karşımıza çıktılar. Petrolün ve pazarın kontrolünü sağlamak için haklı bir şekilde toprağını savunan, dinini savunan insanların oluşturduğu gruplara bir şekilde sızarak bu haklı direnişi yer yer sabote ettiler ve bunu da terör olarak ifade ettiler. Diğer yandan işlerini kolaylaştırmak için bazı terör örgütleri kurdular, bu terör örgütleri silah satışını ve bölgedeki kaosu arttırdı. Sonra kısır döngü şeklinde “teröre son vermek için” bölgeye yeniden asker yolladılar. Bölgeye iyiden iyiye yerleştirler. Yerleştikleri yere İsrail’i de kurarak bölgeyi işaretlediler. Hatta kendisini emperyalizm ve kapitalizme mücadeleye adamış, Marksist kökenli gruplara “gladyo” amacıyla sızıp, bu grupların emperyalizm ve kapitalizme hizmet etmesini sağladılar, bu gruplar içerisinde emperyalistlerin “adamları” da vardı, kandırılmış mücadeleci insanlar da… ancak sonuçta kazan yine emperyalistler oldu.

Bir üst paragrafta bahsettiklerimin son örneği bugünkü yazımda bahsettiğim meselede mevcut, sen FETÖ ile, DAİŞ ile, PKK ile, terör ile mücadele ettiğini sanıyorsun, ediyorsun da ancak yalnızca bunlarla mücadele etmiyorsun, FETÖ’nün finansörü, PKK’nın domino gücü, DAİŞ’in fikir babasıyla da mücadele ediyorsun, burada PKK ile çatışırken, PKK’ya silah verenler ile uluslararası bir toplantıda yan yana oturmak zorunda kalıyorsun, işte terörün başlangıç noktası tam olarak burası oluyor; BAE-İsrail resmi bir toplantıda FETÖ ve PKK’yı yanına alarak senin toprağını kendi isimleri geçmeden darbe ile, terör ile işgal etmenin planlarını yapıyor ve sen tüm gücünle terörle mücadele etmenin yollarını arıyorsun.

Nasipse haftaya buradan devam edeceğiz…

#15 Temmuz
#FETÖ
#Birleşik Arap Emirlikleri
7 yıl önce
15 Temmuz Darbesi, BAE-İsrail toplantısında mı kararlaştırıldı?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti