Baharın geldiği ilk günler, Süleymaniye Camii bahçesinde, bir ağacın altında oturuyorum, genç bir sosyoloji öğrencisi geldi, anket yapıyorlarmış, sorularını cevaplamamı istedi. Kabul ettim, soruların çoğu “ölüm” üzerineydi, evet ya da hayır şeklinde cevaplamamı talep ederek şöyle bir soru sordu bana:
-“Ölümden çok korkarım.” evet mi, hayır mı?
Çok vaktim yoktu, yine de hemen cevap vermek istemedim, ankete verdiğim cevap değildi bu, kendime verdiğim cevaptı. Güzel bir bahar sabahı, hayatın fena sayılmayacak şekilde yolunda gittiği günlerde sorulacak soru değildi ama… geldi işte, acaba ölümden çok mu korkuyordum? İnsanın yalnızca başkalarına değil kendisine dürüst olması da önemli, kendime dürüst olarak verdim cevabı:
-Hayır!
Açıkçası, dünden bu yana bu yazımla ilgili tasarladıklarım arasında bu anekdot yoktu, akşam namazını kılıp, duâ ederek başladığım yazıya bu girizgâhı ekleyen bilinçaltım, su yüzüne çıkarak, yazacağım her satırda dürüst olmam gerektiğini, çünkü ölümün yanı başımda olduğunu, Allah'a hesap vereceğimi fısıldıyordu ve bana ölümden korkmadığımı öğrendiğim o anı hatırlatıyordu, şüphesiz hiçbirisi sebepsiz değildi.
Bununla birlikte, halkta oluşan şaşkınlığı da görmek mümkün, bunu inkâr etmek, kendini yalanlamak olur, dilim döndüğünce, elimden geldiğince, bildiğim kadarıyla bu köşenin dürüstlüğüne güvenenlere, Allah'a hesap vereceğimize inananlara izah edeyim. Dünden bu yana gelen yüzlerce soru, onlarca telefona da buradan cevap vermiş olayım…
Türkiye kolay yönetilebilecek bir ülke değil, içeriden ve dışarıdan türlü saldırılara maruz kalmış, yaralarını sarmaya çalışan, yorulan ama çok şükür asla düşmeyen bir coğrafya… Bu coğrafyanın yönetiminde Erdoğan ve Davutoğlu arasında çekişmeler, anlaşmazlıklar, gidişatı yavaşlatan gerilimler olabilir, bunun sonucunda da bir isim değişikliğine gidiliyor olabilir, bu dünyanın sonu değil, başbakanlık görevi ile olmasa da Ahmet Davutoğlu bu ülkeye, bu davaya daha çok hizmetler edecek biridir.
Şimdi buraya kadar çok büyük bir sorun yok ancak sorunun başladığı yer, itiraz edeceğim yer, geleneğimizde, ahlâkımızda, töremizde olmayan yer Pelikan Bildirisi'dir.
Ak Parti içerisindeki isim değişikliğinden kısa bir süre önce, imzasız ve mesnetsiz bir metin yayınlandı. Bu metin, 5/10 gazeteciyi kutsayan –ki o gazeteciler arasında sevdiğim isimler de var, bu nedenle üzgün ve şaşkınım-, Reis'i kimselere bırakmayan, geri kalan tüm siyasetçileri, gazetecileri neredeyse FETÖ'cü, hain ilan eden, toptancı, hakkaniyetten uzak bir şekilde ortaya konulmuş bir metindi. İşte benim ve hatta bizim tahammül edemeyeceğimiz şey, bu metindeki ahlâki kırılmadır. Bu metnin yazarlarından oluşan kliğin oluşturduğu tedirginliktir. Bu mesnetsiz, imzasız metin bir güç değildir ancak sinek de küçük olduğu halde mide bulandırmaktadır.
“Kelle veririz” sloganıyla milleti kandırıp, kelle almaya çıkanların art niyetli siyasi hesapları, çoluk çocuğun eline vererek yaydıkları metinleri, bu ülkenin köklü mütedeyyin isimlerini hedef almaları, dünkü çocuk olmaları ve hatta bizim mahallenin ekmeğini yiyip, suyunu içip bizim mahallede ev sahibi değil kiracı olmaları, yarın işler değişse öteki mahalleye taşınacak olmaları ve hatta kondukları arsaları kat karşılığı verecek olmaları, bu ülkeyi, bu davayı değil yalnızca kendilerini, egolarını, statülerini düşünüyor olmaları, eksik liyâkât, kusurlu ehliyet sahibi olmaları ve seçilmedikleri halde, seçilmişler gibi davranarak fitne fücur işlerine bulaşmaları, gönüllerimizin kaldırabileceği bir şey değildir. İşte itiraz tam olarak burayadır. Bu saydığım hasletlere sahip klik, hiç kimselere bırakmayıp, etrafını dikenli tellerle sardıkları Beştepe'yi de, ellerinde yiyecek bir şey kalmayınca yemeye kalkacak olanlardır. Çünkü bu bildiriyi kaleme alabilen yamyam ahlâkı, kendi türünü yiyebilme midesizliğini de taşımaktadır.
Daha evvelki şaibeli kariyerlerine, bildiri kariyeri ekleyerek oldukça nahoş bir pozisyona oturanlar bilsinler ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan kendilerinin değil, bu ülkenin sinesidir. Ve eminim ki, zekâsı ve siyasi dehası ile hayret makamımızın çıtasını yükselten Recep Tayyip Erdoğan, kendilerinin kumaşını gayet iyi bilmektedir.
“Gör zâhidi kim sahibi irşad olayım der. Daha dün tekkeye geldi, bugün üstad olayım der.” Ahlâklılara, içlerinde arkadaşlarımız sayılabilecek kişilerin olmasından duyduğumuz üzüntüyle gereken cevabı Reis versin isterim:
“