|
Gülencilerin afyonu: Allah benden razı sanrısı
Dünyanın var olduğu günden bu yana; semavî ve semavî olmayan dinler, varlığın ve bilginin kaynağı, Allah'ın varlığı, Allah-kul ilişkisi gibi konular, yaratılan tüm insanların bir şekilde kendince merak ettiği ve cevaplandırdığı konulardır. Tüm insanlar, bu konular ve sorulara karşılık olarak bulduğu cevaba göre bir tercihte bulunur ve hayatlarını da bu tercih ışığında yürütür. Kimisi hiç sorgulamaz taklit usulü ile aile ve çevreden öğrendiği devam ettirir, kimi sorgular sorgulama sonrası içinde bulunduğu aile ve çevrenin tercihi olan dini tatmin edici bulur ve o dine tabî olur, kimi başka bir din seçer, kimi reddiye yahut inançsızlığı seçer vs. vs. ancak nihayetinde insanın kendini tanımlamasında kullandığı kavramlar kabul etsin, etmesin Allah'ın ve dinin hayatının neresinde olduğuyla bir şekilde alâkalıdır.

Bahsettiklerimin yanı sıra genelin kabul ettiği görüş insanın inanma ihtiyacı bulunduğu yönündedir. İnsan, var olduğu kâinatta bir şekilde korunmasızdır ve bu korunmasızlığı onu kendisini koruyabilecek daha güçlü bir varlığa inanmaya ve sığınmaya iter. Hatta bazı din sosyologları, inanç ve güvenlik arasında bağlantı olduğunu iddia eder; güvenlik sorunu olmayan toplumlarda dindar/inançlı insan sayısının, güvenlik sorunu olan toplumlardaki dindar/inançlı insan sayısından daha az olduğunu ifade ederler.

Hangi dinin mensubu olursa olsun inanan kişinin yaptığı her ibadet, hem inandığı yaratanını razı etmek hem de kendi nefsini mutmain/tatmin/hoşnut etmek içindir. Bunun arka planında yer yer dünya bataklığına saplanmış insanın dünya serüvenine tahammül etmesini sağlayan gücü edinme arzusu da yatmaktadır.

Daha özel bir başlığa, İslam ve Müslüman ilişkisine geçecek olursak…

Her Müslüman değilse de, dindar olan Müslüman, Allah'ı razı etmek için nefsine uymaz, ibadetlerini yerini getirir, eksiğini gidermeye gayret eder, bunun karşılığında hissettiği şey ise mutmain olmadır, bugün modern bilim psikolojinin de çoğu kez kabul etmek zorunda kaldığı bu mutmain olmuş olma hissi öyle az bir şey de değildir. İnsanın kendi huzurunu, kendisiyle birlikte bulunduğu toplumun da huzurunu sağlar. Misal; dünya ölçeğinde değil ama Türkiye ölçeğindeki inançsız insanların sosyal medya üzerinden tecrübe ettiğimiz nefret ve öfkesine bakarsak, aslında bu şahısların dünyada mutmain olmadığı için öfkeli olduğunu, huzursuz iç dünyalarını muhataplarına yansıttığını, içsel eksikliklerinin nefret, şiddet ve öfke krizlerine yol açtığını görürüz.

Her Müslüman için Kur'ân-ı Kerim bir pusuladır, bununla birlikte Kur'ân'ı tam bir uygulama olarak üzerinde gördüğümüz Hz. Peygamber (SAV) örneği kutsal kitaba paralel bir pusuladır. Kişi dini emirleri uyguladıkça mutmain olur, normal şartlarda, sabahın 04.00'ında uyanmak rahatsız edici bir şey olabilecekken, o saatte tatlı uykusundan uyanan ve secdeye yönelen bir Müslüman için bu sevindirici, şükredilesi bir şeydir.

Ancak bunlarla birlikte, insana bir endişe hali de hâsıl olabilir: Acaba Rabbim benden razı mı?

İnsan, aceleci ve meraklıdır, sorularına cevap bulmak ister, inanan bir Müslüman için Allah'ın kendisinden razı olduğunu bilmesi mühimdir ancak Allah somut olarak insan ile konuşmaz, içlerinde razı etme halinden emin olmak isteyen insanların bir yardımcıya ihtiyacı vardır. Bu doğal serüven, toplumda hoca, âlim, şeyh, üstad gibi pozisyonları doğal olarak doğurmuştur. Somut bir şekilde hocasına/şeyhine tabî olan öğrenci/mürid, kendinden emin olamadığı noktalarda, şeyhinin/hocasının ona güven vermesi sonucu, bir şekilde kendisinden Allah'ın razı olup/olmadığı sorusunun cevabını bulur. Lütfen yanlış anlaşılmasın ancak bu durum kişiyi -haşa- Allah'a bağlanıyormuş gibi hocasına/şeyhine bağlar. Bu bir şirk değildir, gayet anlaşılır bir durumdur.

Mevzu yazının teması olan, daha da özel bir konuya yani Gülenciliğe gelecek olursa…

Fethullah Gülen'in onca yanlış hareketi, onca yanlış tutumu, çoğu kez kendilerine Hizmet/Cemaat diyen bu yapının güvenilirliği kaybettirecek işlere imza atması, Allah rızası deyip, Allah rızası dışında işlere bulaşması sonucu sayıları neredeyse yarıya inmiş olsa da peşlerinden yürüyen bir kitle halen var. Bunların yarısı çıkarı için ya da korku nedeniyle Gülencilerden ayrılamıyor ancak kalan yarısı bunca şeye rağmen halen Gülencilerin içinde, bunu artık şu durumda saflıkla da açıklayamayız, peki öyleyse niye? Zira, Gülencilerin içinde kalmış bu çeyrek dilim Gülenci kitle, bir şekilde mutmain olmak istiyorlar, Allah'ı razı etmek istiyorlar ancak bunların doğrudan Allah ile muhatap olması mümkün değil, Kur'ân-ı Kerim'in özünden de uzaklar, ve tatmin edici bir cevap ihtiyaçları var ve onlara kendilerini tatmin edici cevabı Gülen veriyor. Hizmet diyor, Allah rızası diyor, Allah senden razı diyor, aslında yalnızca Allah-u âlem olan bir soruya Gülen cevap veriyor, onun ardında yürüyenler ise bir illüzyon, bir sanrı halinde –haşa- cevabı Allah'tan aldıklarını sanıyorlar, ancak bu bir zan ve sanrıdan ibaret, maalesef bunlar bu gerçeği bilmiyor, çünkü bilmek istemiyorlar, yüzleşemiyorlar, hayatlarının cevabını ahirette almayı bekleyecek kadar sabırlı değiller, işte onların afyonu özetle bu.

Şimdi diyebilirsiniz ki, onca cemaat, tarîkât var, aman be Cemile Hanım, hepsi mi böyle? Hayır, hepsi böyle değil, onlar Allah'ı razı etmek için uğraşıyor, razı ettim mi, sorusuna ahirette cevap bulmayı dileyecek kadar sabredebiliyorlar, dünyevi değil uhrevi çabaların sahibiler, yukarıdaki vahim örnek gibi, dünya hevesi içinde, yanlış yöntemle mutmain olmanın yolunda değiller, vesselam.


#Gülencilerin afyonu
#Fethullah Gülen
#İslam
9 yıl önce
Gülencilerin afyonu: Allah benden razı sanrısı
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?