|
Hedef alınan bir kesimin yaşam tarzı değil hepimizin yaşam hakkı

İnsan, yaşadığı ortamın ürünü; bir şekilde yaşadığı ortamı imar ederken bir yandan da yaşadığı ortam insanı var ediyor. Mannheim, Heidegger, Gadamer, Foucault gibi isimler, özellikle bu konu üzerinde duruyor ve postmodernist/postyapısalcı bu isimler, modernizme esaslı eleştiriler getiriyorlar. Batı'da pozitivizmin altın yıllarını yaşadığı Aydınlanma Çağı, her şeyi akıl ile çözebileceğini, aklın objektif bir biçimde bilgiyi edinebileceğini uzun yıllar savundu. Bahsettiğim isimler ise pozitivizme eleştiri getirirken objektif bilginin olamayacağını savundu. Batı, bir şekilde modernizm ile yüzleşiyor ancak Batı modernizminden oldukça etkilenen Türkiye halen pozitivist, rasyonalist, modernist zihinlerin bir başka ifade ile işgal edilmiş zihinlerin olduğu bir coğrafya, buna bağlı olarak da mevcudu doğru okumakta pek başarılı değiliz.



Türkiye modernleşmesi, doğal bir süreç olmadığı için toplumu tarih içerisinde ikiye böldü. Batı modernizmini savunanlar için din bir dogmaydı, dindarlar ise sorgulamayan kitleler bütünüydü. 11 Eylül sonrasında ise bu kesim için tüm Müslümanlar teröristti.



Oysa mevzu, Türkiyeli modernistler ve laikçilerin anladığından çok farklıydı. Lâkin var oldukları ortamdan bağımsız düşünemeyen seküler kesim, su içinde balık misali kendi durumlarını doğru okuyamadılar. İçinde var oldukları ezberi devam ettirmenin de bir tür dogmacılık olduğunu göremediler. Bugün yaşadığımız sorunda bu iddialarımın ciddi oranda payı var.



Dogmatizim denilen şey, Batı içerisinde ortaya çıkmış, Kilise'nin dini tekel altına alıp, din üzerinden iktidar oluşturmasına tepki olarak kavramsallaşmış bir ifade... Yani, bu tutumun İslâm ve İslâm coğrafyasındaki kurumlar için telaffuz edilmesi ontolojik bir hata. Ancak gelin görün ki bunu anlatamıyorsunuz.



Geçtiğimiz hafta yılbaşı gecesi bir eğlence mekânındaki insanlar canice katledildi. Saldırının iç yüzü netleşmemiş olmakla beraber, ilk okumalar bir DAEŞ saldırısı olduğu yönünde...



Reina saldırı sonrası, her durumda içerisinde var olduğu Batı menşeili bir modernizmin tek kurtuluş olduğuna inanan düşünceye biat edip, onu dogmalaştıranlar, bu saldırıyı saldıranların işine gelecek şekilde yorumladı. Diyanet'i hedef gösterdi. İfadeleri çarpıttı. DAEŞ gibi çok ortaklı bir terör örgütünün ekmeğine yağ sürecek açıklamalar yapıldı. Bu tip açıklamaların bir yönünü gerçekten sömürgeleştirilmekten hayâ etmeyen, maaşları Batı menşeili kurumlardan gelen ancak tüm bu utanılası tutumlarını "gazetecilik" kisvesi altında örtenler teşkil ediyor. Diğer yönünü ise oluşturulmuş suni ortamın ürünü olan, laikçi dogmacılar teşkil ediyor. Laikçi dogmacıların tutumu anlaşılabilir, nihayetinde objektif olmak mümkün bir durum değil ancak diğerleri ile ciddi bir problemimiz olduğu da kesin. Mevzu, bu problemi nasıl çözeriz üzerinde düğümleniyor.



Şimdi diyeceksiniz ki, itham edilen kesimin hiç mi suçu yok? İnsan ola da hatasız ola mümkün mü? Elbette değil, hata, yanlış hepimiz için ancak objektif olamasam da, elimi vicdanıma koyup şöyle tane tane tarihe bakınca, Türkiye'deki Müslümanların nasıl itham edildiklerine, bu ithamlara karşı nasıl erdemli tavırlar takındığına şahit oluyoruz. Arada fire verilmiş, hata yapılmış olabilir ancak bütüne baktığımızda gördüğümüz, tüm baskı ve şiddete rağmen şiddete başvurmadılar, terörize olmadılar, teker teker örnekleyeyim.



İstiklâl Mahkemeleri, yeni bir rejimi "devletin baskıcı aygıtları" eliyle, yargısız idamlar ile dayattığında terörize olmadılar, silaha sarılmadılar.



1960 Darbesinde iradeleri asıldığında, silaha sarılmadılar, terörize olmadılar.



1980'de hedefe oturtulduklarında terörize olmadılar, silaha sarılmadılar.



28 Şubat'ta binlerce başörtülü kadın, dindar erkek, işleri, eğitim hakları ellerinden alındığında, çok ciddi derecede iftiralara maruz kaldıklarında, sokaklarda kız çocukları başları zorla açtırılıp, saçlarından çekilip sürüklendiğinde, terörize olmadılar, silaha sarılmadılar.



Kendi iradeleri, partileri defalarca kapatılınca, kapatma davaları açıldığında, terörize olmadılar, silaha sarılmadılar.



15 Temmuz'da, darbeciler üzerlerine tank sürdüğünde silaha sarılmadılar, terörize olmadılar.



Türkiye, tarîkatlar ve cemaatler eliyle Müslümanlaşmış bir coğrafya, öyle bir tedrisden geçiyorlar ki, o tedris onları her anlamda yetiştiriyor. Anadolu'nun “alp erenleri” tarikat ehli, şecaat sahibi, dünyada tek yönlü değil çift yönlü, hem dünya hem ahiret uğuruna çarpışan yiğitler. Anadolu öyle köklü bir coğrafya ki, Ahmet Yesevi'nin etkisi bugün İzmir saldırısında canını siper eden kahraman Fethi Sekin'e kadar ulaşıyor, Ömer Halisdemir'i yetiştiren işte o Anadolu mayası.



Türkiye terör saldırılarının hedefi olunca, Diyânet İşleri Başkanlığı tüm cemaat ve tarîkatler ile görüşme kararı aldı. Diyânet'in tutumu oldukça büyük bir sorumluluk barındırıyor zira DAEŞ saldırısı gibi duran bir saldırıdan sonra "yaşam tarzı" üzerinden DAEŞ'in ekmeğine yağ sürmek ve gerilimi toplum içerisine taşımak isteyenler, infial yaratmak istedi. Böyle durumlarda toplumun realitesi üzerinden sağduyulu açıklamalar yapılır, toplumun sivil kurumları sorumluluğa davet edilir. Diyânet de tam olarak bunu yaptı ve açıklamasında ihtiyacımız olanları bir bir sıraladı:



"1. Tekfir etmeyeceksin



Sadece kendini hak bilip, kendin gibi inanmayan, kendin gibi düşünmeyen ve kendin gibi yaşamayanları dinden çıkmakla suçlamayacaksın.



2. Ötekileştirmeyeceksin



Kendin gibi inanmayanı ve yaşamayanı ötekileştirmeyeceksin, azınlığa düşürmeyeceksin.



3. İslâm'dan ayrılmayacaksın



İslâm ilminden ayrılmayacaksın, İslâm'ı kendine göre yorumlamayacaksın.



4. Şahısçı olmayacaksın



Şahısları hakikatin yerine ikame edemezsiniz, baki hakikatleri fani şahsiyetler üzerine bina edemezsiniz. Biz irademizi bir faniye teslim edemeyiz.



5. Şiddete karşı duracaksın



Kim olursa olsun şiddete başvurduğu zaman, toplum olarak, millet olarak hepimizi karşısında bulmalı."



Tam da ihtiyacımız olan şeyler...



Ancak gazeteci görünümlü olup da Türkiye'yi bir şekilde işgale açık pozisyona getirmek isteyenler, bu olumlu gelişmeyi "Tekke ve Zaviyeler"i hatırlatarak baltalamak istedi. Kimdi bunlar, mütemadiyen bu ülkede kendileri gibi olmayanların yaşam tarzlarına ve hatta yaşama haklarına müdahale edenler, onlar gazetecilik yaparken bu ülkede darbeler oldu ve onlar darbeleri savundular. FETÖ'nün "Selâm Tevhit Kumpası" tüm gazetecileri hedef almışken, FETÖ'cü oldular, sahte "bylock" haberleri ile FETÖ'cüleri aklamaya çalışanlardan bahsediyorum. Şimdi ise "yaşam tarzına müdahale" üzerinden DAEŞ'in amaçlarına ulaşması için çalışıyorlar. Bunlarla, bu kesimle işimiz yok. Ancak bir kesimi arkalarına alıp yürüyorlar işte o arkalarına aldıkları kesime seslenmek durumundayız.



Son tahlilde, Kürt, Alevi, Müslüman fark etmeden terör hepimizi hedef alıyor. DAEŞ, bu ülkenin Cumhurbaşkanını suikastla öldürmek için kolları sıvadı, İzmir'deki PKK saldırısı bir Kürt polisimizi ve bir Alevi kardeşimizi hedef aldı. Terör, bu ülkede bir kesimin yaşam tarzını değil hepimizin yaşam hakkını hedef almış durumda. O teröre karşı farklı yaşam tarzlarına sahip herkes yan yana yürüyerek, birbirine sarılarak cevap verecek. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok, Türkiye bizim tek imkânımız ve o imkânımız için safları sıklaştırarak çözüm üreteceğiz. Laik, ateist, Atatürkçü, tarîkat ehli, Kürt, Alevi fark etmiyor, bizi biz yapan, bizim ürettiğimiz ve bizi üreten her değere sahip çıkarak bir asır önce teslim etmediğimiz bu coğrafyayı yine teslim etmeyeceğiz, yeter ki birlik olalım, yeter ki "biz" olalım.


#Yaşam tarzı
#FETÖ
#DEAŞ
#PK
#Alevi
7 yıl önce
Hedef alınan bir kesimin yaşam tarzı değil hepimizin yaşam hakkı
Reis’i tanıdığım o günlerden bugünlere…
Faiz riba mıdır?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar