|
Emir Sultan pavyon ışıkları altında inliyor

— "Bu yolda ya nezaketle savrulacağız, ya kabalıkla kovulacağız."

Bursa''nın sızlayan kalbi Safiyyüddin Bey''in çığlığı bu!

Siyaset ve ticaretin omuz omuza vererek tahrib ettiği âsâr-ı atika''ya yıllardır sahiplenen bir kalbin iniltisi.

Mahviyetkâr bir zât.

Arif.

Eşrefoğlu Rumî''nin ahvadından.

O silkin berdevam olan nefesi.

Ahşabın, taşın, kiremitin, camların, çinilerin dilinden anlayan bir bilge.

"N''olacak hâlimiz?" diye sorunca ister istemez inkisarını belli etti: "ya nezaketle savrulacağız, ya kabalıkla kovulacağız."

Göz göre göre dünyamızı yıkıyorlardı ve ne yazık ki işlenen cinayetlerin farkında olan çok az kişi vardı.

Geleneksel mimarimizin en güzel örnekleri —yukarıdan aşağıya verilen beledî kararlar neticesinde— başkalaşım geçiriyordu.

Hiçbir estetik kaygı duyulmaksızın pavyon ışıklarıyla süslenip aydınlatılan cânım mabedler... türbeler... hazireler... tekkeler...

* * *

Hele hele Emir Sultan Külliyesi.

1855 depreminden sonra devrin siyasî iradesi sözümona yeniden imar etti, ve fakat bu sefer mabedin o mütevazı ruhunu Tanzimat abartısıyla ezerek...

Şimdiyse ferman Bursa Büyük Şehir Belediyesi''nin...

İlk saldırı Emir Sultan''ın kalbine saplanan hançer: alt geçit.

Hakikaten tam da çağın ruhu. Hoyrat, küstah ve acımasız.

Hemen yanıbaşında zavallı Emir Sultan. O irkiltici yapay floresan beyazı, sanki sigara dumanından kararmış akciğer membranları kıvamındaki kokuşmuş sarıyla izdivaca zorlanmış gibi. Üstelik her pencerenin, her köşenin, her çıkıntının altında... kesme taşların üstüne üstüne çakarak... çatıdaki cânım kurşun tabakaları hınçla ezerek... biçerek... taşların üstünde tepinerek...

Daha mı kârlı oluyor böylesi, bilemem. Bildiğim ve gördüğüm, petrol mavisiyle kirletilen o güzelim yeşil türbe silueti.

Rahmetmemişler ve hiç acımadan Yeşil Türbe''nin üzerine katran renkli bir manto geçirmişler.

Güya teknolojinin yardımıyla. Zorla. Eze eze. Mecbur tutarak. Hiçbir doğal ışık-gölge oyununa izin vermemişler.

Çinilerini koruyamadılar ama dış görünüşünü aydınlık içinde boğmayı tercih ederek Türbe''nin kendine özgü renk derinliğine müdahale etmişler.

* * *

Renk kirliliği bir yana, mabedlerimizin kudsiyetine kasteden asıl o iğrenç ışık kirliliği...

Nûr ve ziyânın yurdunda sadece ışığı değil gölgeyi de incitiyorlar. Sabahın sakin loşluğundan artık eser yok. İnsan ruhunun en ihtiyaç duyduğu o loşluk duygusu... o ürpertici loş atmosfer... ve bir de eşlik eden boşluğun sayesinde hacim duygusu...

Emir Sultan Camii... Ulu Camii.... Yeşil Türbe... biraz zevk-i selîm sahibi olan her vicdanın isyan edeceği türden neon ışıkları altında inliyorlar.

Emir Sultan''ın o asırlık minberini eskidiği bahanesiyle yok edip yerine sıradan bir minber koyan zihniyetin ortakları, şimdi seher vaktinde Emir Sultan''ın taşlarına kastediyor.

Sükûnetine... asaletine... itidaline...

* * *

Emir Sultan''ı geçen Pazar günü sabah vakti ziyaret ettim.

Sabahın o muhteşem heybet ve asaleti pavyon ışıklarının altında yokluğa itilmişti. Işıkların saldırısı altında ne veda etmekte olan gecenin hüzünlü karanlığına el sallayabildim, ne de mağrur ve mütebessim fecr aydınlığının haşmetine şahitlik edebildim.

Camiin içi ise onlarca ampul vesatetiyle âdeta ışık kusuyordu. Heybetinden eser yoktu. Belli ki Emir Sultan''ı ziyaret edenlere sabah mahmurluğu haram! Dışarısı hissedilmiyordu. Gecenin tabii uzantısı olan sevimli karanlığın da, günün neşeli ve taze aydınlığının da farkedilmesine bir türlü izin vermiyordu zalim ve cebbar teknoloji.

Ne yazık ki 15. yüzyılın en meşhur külliyelerinden birinin avlusuna tabiatın ışıklarının girmesi yasak. Fecrin aydınlığı minarelerin gövdesine sarılamıyor. Hepsi de dev aydınlatma aparatlarınca kuşatılmış, nefes bile alamıyorlar.

* * *

Kesme taşların kendine özgü bir tevazûu vardır. Bir sadeliği. Işığın da, gölgenin de o mahalle özgü oyunları olur. Sabah başka, öğlen başka, akşam daha başka. Mabedi inşa edenler bilirler de yaparlar.

Osmanlı mabedinin dış yüzeyinde renk kullanımından mümkün mertebe kaçınılmasının bir nedeni de budur. Taşların kendi ışığıyla, kendi gölgesiyle raksetmesine izin verip aradan çekilmek. Mukarnasların, stalaktiklerin girinti ve çıkıntılarıyla biteviye üçüncü boyutun vurgulanması dahî bu sebepledir.

Beklenen sadece dördüncü boyuttur: Zaman!

Ve pek tabii ki zamanın a''raz-ı zatiyesinden muhtelif vakitler. Muhtelif ışıklar ve muhtelif renkler.

Oysa şimdi tarihî yapıları metalik aydınlatma kutularıyla beziyorlar; neredeyse her metrekaresine bir aparat koymaya çalışıyorlar. Camilerin içi bir felâket zaten. Kocaman saat kutuları, klima gövdeleri, sarkan kablolar, artık yerlerine ampüllerin doldurulduğu o koca mumluklu avize gövdeleri, yetmiyormuş gibi diskotek projektörleri ve en nihayet ibretlik rengi ve deseniyle yer halıları...

İnsan kendi evini bile böyle döşemez. Peki ya Tanrı''nın evini?

* * *

Hakkın asıl mabedi insanın kalbidir. Tecelligâh-ı hakikî insanın gönlüdür. O mabedi ne kadar tezyin edebiliyorsak, taştan, ahşaptan, demirden mabedleri de ancak o kadar tezyin edebiliyoruz.

Kalp Hak''tan gayrısından boşaltıldığı kadarıyla sahibi gelip oraya yerleşir. Mabedler de öyle. Hakkın tecelli etmesi gereken elbette mabedin duvarları değil, o mabedde ibadet eden müminlerin kalbi.

Ne var ki kalpler de lüzumsuz edevatla dolu, mabedler de.

Bir zamanlar sadelik şiârımızdı. Dolayısıyla şimdilerde moda olan o sonradan görme gösterişçiliğinden uzak durmak gerek.

Sözün özü, Bursa Büyük Şehir Belediyesi yetkilileri, ne Emir Sultan''ın kalbine saplanan hançerin (alt geçit) açtığı yarayı kolay kolay sarabilirler, ne de restorasyon adı altında işlenen cinayetlerin keffaretini ödeyebilirler. Lâkin mabedlerin üzerindeki ışık katranından hâleleri, eğer isterlerse, bir çırpıda kaldırabilirler.

Bursa''da irfanın alâmeti mabedlerinin sadeliğiyle ölçülür. Çünkü bu şehrin tarihen riyaset ve firaset itibariyle evveliyeti vardır.

Belediye Reisinden beklenen de bu evveliyetin hakkını vermektir!

13 yıl önce
Emir Sultan pavyon ışıkları altında inliyor
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı