|
"İslâm" ve "cılık"

Dinin ideolojik bir araca, politik bir söyleme dönüşmesinin, sosyal ve siyasî program hâlini almasının ve böylelikle itibar kazanmasının çokluk dindar insanların hoşuna giden bir tarafı vardı bir zamanlar.

Evet, itibar, ama böylelikle... Ne yazık ki zatı itibariyle değil, gayrı itibariyle...

Bir zamanlar... Yani 12 Eylül darbesini izleyen yıllar... Yani ''İslâm'' ile ''cılık'' ekinin geçmişte hiç olmadığı ölçüde birbiriyle kaynaştığı yıllar...

Halkın itilen, kakılan, horlanan o inanç ve değerleri, artık toplumda sadece görünür hâle gelmekle kalmamış, aynı zamanda kabul de görmeye başlamıştı. Gerçekte Kenan Evren''in öncülüğünü yaptığı bir çizgidir bu.

Din, 12 Eylül''le birlikte birdenbire toplumun yükselen değeri olmuştu. Hem de en çok yükselen değeri.

Sadece Türkiye''de mi? Aynı kuşakta (!) birlikte yer aldığımız başka ülkelerde de. 1978''de Pakistan''da Ziya''ul-Hak, 1979''da İran''da Ayetulah Humeynî, 1980''de Türkiye''de Kenan Evren.

Kenan Evren, önce Paşa''ydı, sonra Hacı da oldu. Tarihen sabittir, hem de paşa paşa hacı oldu. Devlete hizmetin sonu yoktu, Hacı Paşa oldu.

Meydanlara toplanan kalabalıkları Kur''an ayetleriyle ikna etmeye çalışıyor, biteviye ayetler okuyordu. Ama her fırsatta okuyordu. Okuyor da okuyordu. Pek tabii ki kendisini öncelikle ilgilendiren, görüşlerini desteklemek için metne iliştirilen o ayet çevirileri veya mânâları değildi. Bizatihi halka telkin etmeye çalıştığı görüşlerdi önemli olan. Ayetler, destekti sadece. Esas olan, propagandanın araçları değil, amacıydı.

Kısacası ortada bir ''destek'' (din) vardı, bir de ''desteklenen'' (siyaset)!

***

Şimdi burada biraz duralım; ve kürsüdeki konuşmacı ile kürsünün etrafındaki kalabalıkları gözümüzün önüne getirmeye çalışalım:

Bir tarafta ayetler okuyan bir siyasetçi, hem de darbeyle işbaşına gelmiş bir yönetici, bir asker, diğer taraftaysa ikna edilmesi ve yönetilmesi gereken yığınlar, yani halk.

Bu tabloda ''destek'' ve ''desteklenen''den hangisinin hangi tarafın payına düştüğü hususunda sanırım kimse tereddüt etmeyecektir.

Dinin desteğinde siyaset. Din destekli siyaset.

Siyaset, kendisiyle savaşmaktan, savaşıyor görünmekten kaçınamadığı bu gücü kullanmayı hiç, ama hiç ihmâl etmedi. Dinin desteğine hep ihtiyaç duydu.

Siyaset destek talebini yükselttiğinde, dine daha çok değer verildiğini zannetti dindar insanlar. Dinin daha çok kullanıldığını akıllarına bile getirmediler. Çünkü bu insanlar gerçekte desteğin ''siyaset'', destekleneninse ''din'' olduğuna inanıyorlardı. Garip ama öyle, için için inanıyorlardı.

Bu yüzden dine hürmetkâr olmak ''desteklenen'' taraftakilere düşüyordu. Dindar olmaksa "destek" tarafındakilere. Kaçınılmaz bir biçimde "dindarlık" destekleyenlerin, "dine hürmetkârlık" desteklenenlerin alâmetiydi. Hep öyle olmuştu.

Yakın tarih boyunca dindarlar dindarları genellikle desteklemediler. Dine hürmetkâr olanları daha tercihe şâyan buldular. Daha tercihe şâyan, yani daha güvenilir, daha tehlikesiz, daha sürekli... Bir de unutulmasın ki iktidarlar yıpratıcıdır. Desteklenenler yıpranabilirdi ama destek yıpranmamalıydı.

İşte son tahlilde dini ''desteklenen'', siyaseti ise ''destek'' hâline getiren gelişmelerin atlama taşı burasıdır. Artık dine hürmetkârlar dindarları destekliyorlar. Sadece dine hürmetkâr olanlar mı? Olmayanlar da. Çünkü Türkiye''de kimse ayakların baş olmasına katlanamaz. Ayaklar bile.

Not:
Bugün saat: 14.00''de, İzmir''de Tüyap Fuarı''nda Etkileşim Yayınları''nda dostlarla buluşacağız. Yanımda "Arasokakların Tarihi"nin yeni baskısını getiriyorum. Hatıraları yani. Meşrutiyet ve Cumhuriyet hatıralarını...
16 yıl önce
"İslâm" ve "cılık"
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset