|
Endülüs düş medeniyetinde bir kongre

Endülüs, hepimizin düş medeniyeti. Entelektüel derinliği, sanatsal ve mimari güzelliği, bilimsel ufkuyla her zaman zihnimizdedir. Bir de bu güzellik ve ufkun uğradığı katliamlar var. Endülüs bunlarla her zaman bizim içimizdedir. Okuduğumuz, düşündüğümüz, acı duyduğumuz ve kendisiyle onur duyduğumuz bir varlıktır.

Endülüs’ün şehirlerinde gezince bu düş medeniyetimiz yavaş yavaş bizlere kendi dünyasını açar. Gırnata’nın sokaklarını gezdiğinizde masalın içine girersiniz. Avlulu, pencerelerinde sarkan rengarenk çiçekleri, her çeşit ağacı içinde taşıyan meyve bahçeleri, bütün güzel nakışları üzerinde taşıyan kapıları size masalın bütün renklerini sunarlar. İnsanların bu sokaklarda çınlayan seslerini duyarsınız. Medreseleri ziyaret ederken İbn Hazm, İbn Arabi ve İbn Rüşt ile karşılaşırsınız. El Hamra sarayının kızıl renkli duvarlarında, güzelliğin renklerde kanatlanan coşkusu sizi çarpar. Nakışlar, oymalar, taşlar birbiriyle dans eder. Madde burada masala dönüşür. Bahçelerinde yeşilliğin içinde nar kırmızısı, eflatun ve sarıçiçeklerin su sesleriyle oynaşmasını seyredersiniz. Cenneti dünyaya taşıyan bir muhayyiledir bu. Müslüman cennetinin ne olduğunu anlatmak isterler adeta. Cennetin maddeye dönüştüğü başka bir yer çok az bulunur böyle. İnsanoğlunun maddeci bakışına cennet imgesini sunmanın bir yolu da budur sanırım.


Gırnata, 800 yıl süren düş medeniyetinin muhteşem güzellikleri kadar büyük acılarını, yenilgilerini ve hüzünlerini de taşır içinde. Müslümanların katledilişinin ve bir medeniyetin barbarca yok edilişinin hüznüdür bu. Şehir düştüğünde Müslümanlara ölüm, sürgün ve Hristiyanlık seçenekleri sunulur. Arkasından dağlarda başlayan isyanlar gelir. Medeniyet geç doğar, güç yapılır. Ancak yıkımı çabuk ve barbarcadır. Endülüs büyük bir zihnin, ufkun, gayretin ve güzelliğin inşasıdır. Ancak yıkılışı bütün çirkinliği, barbarlığı ve caniliği önünüze serer. Katledilen insanlar kadar, medeniyettir de. Gırnatanın ortasındaki Babü’r-Remle meydanında yakılan bir milyon kitap bunun göstergesi. Fransız Fizikçi Pierre Curie’ye göre geriye kalan sadece otuz kitaptır.

Gırnata’dan Kurtuba’ya yol boyunca dağlar, kasabalar ve köyler Endülüs ruhuyla doludur. Bu ruhta kimi zaman ağıtlar, kimi zaman da sevinçler yalayıp geçer içimizi. Beklemeden bir kervan sarayın tepesinde hilâl ile karşılaşabilirsiniz. Ya da bir âlimin bugüne yankılanan bir keşfini duyarsınız.

Kurtuba, düşlerimizin zirveye çıktığı bir tarihin mekânı. Kurtuba Camii’nin kapısı estetiğin bütün hünerlerini bir çırpıda size göstermek ister. İçine gireceğiniz varlığın eşiğinde bilincinizi ayaklandırır. Bilgiyle, sanatla ve inançla dans eden bir dünyaya dahil olacağınızı size söyler. Bu kapı ile bütün dünyayla ilişkinizi kesip yepyeni bir dünyaya girdiğinizi hissedersiniz. Binlerce metrekarelik alanda yüzlerce sütun, ağaç oyma sanatının muhteşem örneklerini sunan tavanlar, renk renk mermerler, ışık ve loşluğun renlerde yansıyan vahdeti… Bir cemiyetin cem halini anlatıyor. Emir namaza durduğunda peşinde bir cemiyetin cem haliyle vahdete ulaşan ruhaniyetini anlatır. Bu vahdetin parçalanmasıyla zillete düşen cemiyetin resmi duvarda bizi çarpar.

Kurtuba Camii minaresinin gölgesinde dinlenirken kulaklarımıza fısıldayan ezan sesiyle irkiliyorum önce. İbn-i Rüşt’ün içinden geçtiği ezanın sesinde kanatlanıyorum. Yoksa bu ses Kurtuba Camii’nden mi? Heyhat! Bütün o sanat ve ruhaniyetin beraberliğini anlatan camiler şimdi birer kilise ya da katedral. İbadetlerden uzak yaşıyorlar. Gerçek sahiplerinden çalınmış birer hayalet! İbadetle yaşamayan bir caminin sanatı, güzelliği ve mimarisi sadece bir dünya. Ruhaniyetten soyunmuş madde. İçimizi acıtan ve sevincimizi yeniden gölgeleyen duygular bunlar. Bunlardan kurtulmak için yeniden Kurtuba’nın dar sokaklarına dalıyorum. Yine avlulu evler, yine çiçeklerle süslü balkonlar. İbni Rüşt, İbn Arabi ve Musa b. Meymun bu sokaklarda dolaşmış. İçlerinde uyanan bilginin cezbesinden kendilerinden geçerken bu sokaklarda yürümüşler. Zaman ve mekânın birleştiği, mesafenin buharlaştığı anları yaşıyorum. İbn Rüst bana geliyor ben İbn Arabi’ye gidiyorum. Ezanın sesleri bütün zamansal mesafeyi kaldırıyor. Aynı ruhani ses içinde hepimiz ilim ve irfanın ceminde aynı cemiyetin evlatlarına dönüyoruz.

Altı gündür düş medeniyetinin içindeyim. Bize bu düşü kurmaya vesile olan Malaga Devlet Üniversitesi ve Turkish Studies dergisi işbirliğinde yapılan USOS 2017 Sosyal Bilimler Kongresi yöneticilerine teşekkür etmeliyim. Kongreye öncülük eden Prof. Dr. Mehmet Dursun Erdem (Nevşehir Hacıbektaş Ün.) ve Doç. Dr. Özcan Güngör’ün (Ankara Yıldırım Beyazıt Üni.) gayretlerini anmalıyım. 350’nin üstünde bildiri, 450 katılımcı ve 17 ülkeden bilim insanının buluştuğu bu kongreyi, Türk sosyal bilimleri açısından da cesur ve heyecan verici bir başlangıç olarak görüyorum.

#İspanya
#Endülüs
#İbn Rüşt
7 yıl önce
Endülüs düş medeniyetinde bir kongre
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset