|
Gülencilik, cemaatler ve takiyye

Askerler namaz kılıp kılmadığımızı öğrenmek için dizlerimize bakıyordu. Sonra eşlerimizle baloya katılmamızı istediler. Eşlerimizin başörtülü olduğunu görünce laik yaşama aykırı davranışlarda bulunmaktan dolayı uyardılar bizleri. Bizi çağdaş giyim tarzına uymak için sürekli uyarıp duruyorlardı. Üniversitede akademik görevlere atanırken İmam Hatipli olup olmadığımız soruluyordu. Eşlerimiz zaten başörtüleri nedeniyle devletin okullarına da giremiyorlardı, özel okullara da. Başlarındaki başörtüleriyle her an göze batan kadınlardı. Yargılanıyorlardı, aşağılanıyorlardı, azarlanıyorlardı. Vebalıymış gibi kendilerine bakılıyordu. Yalan söylemekle işinden olmak arasındaki paradoksun ürettiği gerginliği her gün yaşıyorduk.



Her gün irticacı, dinci, tarikatçı damgasını yemek tehditleriyle karşı karşıyaydık. Doçentliğe atanacağım zaman rektörüm beni makamına çağırdı. Çok babacan tavırlarla sordu: “Abin olarak soruyorum. Bir tarikata bağlı mısın?” Sol ve laikçi gazeteler dindarlara tarikat kelimesini bir damga gibi basıyorlardı. Biz bütün dindarlar onların gözünde tarikatçıydık. Oysa Nurcu'yduk, İslamcıydık, Milli Görüşçü'ydük, mealciydik, Süleymancıydık, radikaldik, İskender paşalıydık, İsmail ağadandık… Bu kadar çok farklılığın hiçbir önemi yoktu onlar için. Tek kelimeyle ya dinci ya da tarikatçıydık. Bu bizim onların önünde hizalanmamızı ve hazır ola geçerek baş eğmemizi sağlıyordu. Onlara göre aydınlığa kavuşmanın önünde duran en büyük karanlık güçler tarikatçılardı. Tarikatçılık bir damgaydı, bir tehditti, bir baskı söylemiydi. Susturmanın, suçlu hissettirmenin ve yargılamanın etiketiydi. Sosyologlar etiketleme teorisi diyordu buna. Kemalizm baştan sona bunun için seferber oluyordu.



Devletin sert din politikalarıyla Müslümanlığımız tehdit altındaydı! Kendimizi bu tehditlerden savunmak için ne yapıyorduk? Devleti tamamıyla reddederek radikalleşiyorduk, devlet içinde kadrolaşarak onu değiştirmek için şekilden şekile giriyorduk ya da devleti gizliden gizliye ele geçirmek için uğraşıyorduk! Bu ilişkiler ağında bir epistemolojiyle yaşıyorduk: Takiyye, tedbir, ilmi siyaset, düşmanın silahıyla silahlanmak, savaş hiledir… Bunların hepsi de farklı tonlarla dindarlar arasında yaygındı. Türkiye'deki sert laiklik uygulamaları Müslümanlığı bu tutumlara zorlamıştı. Bundan dolayı “tedbir”, “takiyye”, “ilmi siyaset” kelimelerinden oluşan bir bilincin kendini koruma refleksi etrafında bir dindar kişilik gelişiyordu. Bu kişilik en yoz biçimiyle Gülencilikle kendini dışa vurdu. Müslümanlığın tüm pratiklerini tedbir adına gizleyerek, hatta çiğneyerek hareket etti. Peşindekiler ordu içinde kadrolaşmak için alkol aldı, zina etti, hanımının başörtüsünü çıkardı. Takiyye, batınilere ve Şiilere taş çıkartacak bir pratiğe dönüştü. Harp hiledir düsturuyla dinin tüm rükünleri ters yüz edildi. Helal haram, haram helaldi. Kemalizm düşmandı ve onu yerinden etmek için savaşılıyordu.



Bütün cemaatler ve tarikatlar bir biçimde bu baskıcı politikalara karşı hem dinini hem de dünyasını korumak adına takiyyeci tutumlar içine girdi. Açıkça sert, dışlayıcı ve tahakkümcü siyasal hegemonya karşısında münafıklıkla oynaşta olan bir Müslümanlık tarzı gelişti! Kendisini laisist rejimin cezalandırıcı uygulamalarına karşı koruma ve yaşatma güdüsüyle “olduğundan başka” gösterdi. Mevlana'nın “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” dizesi, zamanların en zor ilkesiydi. Sonuçta Kemalizm'in trajik koşullarında Müslümanların kimliğinde derin sapmalar ortaya çıktı. Bu sapma, Müslümanların benimsediği inancın yapısından değil, sistemin onlara ön gördüğü ve sınırlarını derin müdahalelerle çizdiği ilişki tarzından kaynaklanıyordu.



Cemaatlerin-tarikatların ve bunların dışında kalan inançlı insanların faaliyetleri artık gayrimeşru ve kayıt dışı bir alandan kurtarılması gerekir. Münafıklığı, takiyyeciliği ve ikiyüzlülüğü üzerinde taşıyan bir dindarlığın en büyük kaynağı onu ürküten, dışlayan ve ret eden baskıcı siyaset ve sert laikliktir. Baskı ve korku en büyük ahlaki yozlaşmanın adresidir. İnanç grupları artık özgürce tartışmalılar, yaşamalılar ve cemaatleşmeliler. Unutmayalım ki demokratik toplumlar örgütlü toplumlardır; ister seküler, isterse dindar…




#Gülencilik
#Cemaatler
#Takiyye
8 yıl önce
Gülencilik, cemaatler ve takiyye
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi