|
"Söz uçar sızı kalır"

Çalışkanlığının yanısıra Allah vergisi okuyup yazma yeteneği olanlardan Tanıl Bora. Yine kallavi bir kitap çıkardı, “Cereyanlar: Türkiye'de Siyasal İdeolojiler” adında. Geç Osmanlı Zihniyet Dünyası, Batıcılık, Kemalizm, Milliyetçilik, Türkçülük ve Ülkücülük, Muhafazakârlık, İslâmcılık, Liberalizm, Sol, Feminizm ve Kürt Siyasal Hareketi başlıklarıyla ele alıyor ülkemizdeki ideolojik cereyanları. “Sadece başı sonu belli metinlere değil, sözlere ve jestlere de bakıyor, 'kimin söylediği'ne değil 'ne söylediği'ne odaklanıyor. Böylece, siyasî düşünceleri sarmalayan ideolojik muhtevayı ve 'iklim'i de ortaya koyuyor” diye tanıtıyor İletişim Yayınları kitabı. Hem haklı hem haksız bu sözler. Haklı; çünkü Tanıl Bora'nın yapmak istediğini ve yeteneğini tanımlıyor. Haksız; çünkü Bora, Sol'dan epeyce tarafgir bir gözle yapıyor bu girişimi. Tarafgirliği, nesnelliğini “sadece her konuyu ele alma, her konudan bahsetme” anlayışına indirgiyor. Tarafgirliği, “Bakın her teferruattan haberdarım, size de haber veriyorum” duygusuyla birleşince, müthiş çalışkanlık ve velut yazarlık yeteneklerini söndürüyor.



Belki de kuyruk acımdan (!) söylüyorum bunları. Herkes gibi ben de varım “Cereyanlar”da. “Erol Göka, 'hayattaki' toplumsal muhafazakârlıkla, şimdiye kadar onun pragmatist bir temsilinden ibaret kalan muhafazakâr siyaset arasındaki açının ilki lehine kapanmakta olmasından memnundur. 'İdeolojiyle hayat, ideallerle gerçekler arasındaki tatsız boşluk' dolacaktır artık ona göre. Psikiyatrist Göka'nın 'Türk grup Davranışı/psikolojisi' üzerine çalışmalarında belirlediği, 'gösteriş ve şatafat düşkünlüğü', 'eğlence yaşamında bile gölgesi hissedilen itaat' baskısı gibi hususiyetlerini -şefkatle- tasvir ettiği 'gerçek hayat' dokusu ile, toplumun muhafazakâr 'ana değer hattı' olarak yücelttiği ethos arasındaki tatsız boşluk ise onun eleştiri menzilinin dışındadır.” Bu kadar konuşuyor ve hızla yoluna devam ediyor; zira daha çok işi var ve kararlı; önüne kim çıkarsa hepsinin bir çırpıda işini bitirecek… Aman Amok koşusuna dönmesin bu çaba diye dostça uyaralım ve bir cümle söyleyip geçelim biz de: Böyle jet hızıyla çalışırsanız psikoloji, toplum, ahlak, siyaset; hani şu sizin “kerte” dediğiniz hususları birbirine karıştırır, eleştirdiğinizi sanırken sadece bahsetmiş olmakla kalırsınız arkadaşım…



Aydın olmanın birinci vasfı, eleştirel pozisyonu elden bırakmamak. Şartlar çoğunlukla bizi de içine çekiyor ama hep “siyasete batmış” olmanın kimseye faydası yok. Nereyi siyaseten destekler gözetirseniz aynı ölçüde oraya ilişkin eleştirelliğinizi tamamen olmasa da geri çekiyorsunuz. Mutedil, hayata ve toplumsal merkeze yakın olandan yana siyasi tavrımız, Ak Parti iktidarları boyunca yaşananları, sahih muhafazakârlığa doğru bir gidiş olarak görüp genel hatlarıyla onaylayıp desteklememize vesile oluyor ama bu “siyasal” olana da “toplumsal” olana da eleştirimizin olmadığı manasına gelmiyor.



Evet, bize göre siyasette toplumsal merkezi temsil eden sahih muhafazakârlık henüz Ak Parti ile oluşuyor; onun dışında kalan Sağ siyaset tarihimiz ya alabildiğine gevşek ya da nispeten keskin ideolojik söylemlerden müteşekkil. Bu durum, kendisini en çok hamaset ve belagate dayalı bir dille belli ediyor. Şehirlileştikçe, işlevsel okuryazar oldukça kendimizi teşrih masasına yatırıp nereden gelip nereye gittiğimizi düşündükçe, tablo değişecek. Toplumsal muhafazakârlık ile siyasal muhafazakârlık arasındaki boşluk kapanacak, gerçek yaşantılar daha öne çıkacak. Sevgili dostum Necdet Subaşı'nın düşünce ve yazarlık serüveni, bu konudaki en büyük delillerimden.



Necdet kardeşim, din sosyolojisi dendiğinde birçokları gibi benim de ilk aklıma gelen kimse. “Gündelik Hayat ve Dinsellik”, “Öteki Türkiye'de Din Ve Modernleşme”, “Türk Aydının Din Anlayışı” gibi çalışmalardan sonra Alevilik konusunun en önde gelen akademisyenleri arasında yer aldı. “Alevi Modernleşmesi” üzerine ciddi biçimde kafa yordu. “Alevi açılımı” sırasında üstlendiği dinamo rol, Alevilik hakkındaki bilgisini Alevilerle birbirlerini karşılıklı daha çok tanıyıp sevme katına yükseltti… Necdet, bir süredir bu işlerin siyasi alana teorik müdahalelerle olmayacağı bilinciyle düşünüp yazıyor. (Bunda akademiden uzak kalmasının payı var mı? Sanmıyorum.) Gündelik olanı, doğrudan doğruya anı ve denemeler halinde kaleme alıyor. “Tedavüldeki Kitaplar”, “Gerisi Hikâye”, “Yaz Dediler Anı”, “Söz Uçar Sızı Kalır” bu çabanın neticesi olarak son iki yılda birbiri peşi sıra yazdığı kitaplar. İçeriden, samimi ve sorgulayıcı; hamasetle ve belagatle değil hayatta gerçekte neler olup bittiğine odaklanarak ve herkesin anlayacağı şekilde anlatmaya çalışarak…



Türk sağı ve mütedeyyinler üzerine kim gerçekten bilgi sahibi olmak istiyorsa, Necdet Subaşı okuyarak başlamasını salık veririm.

#Osmanlı
#Türkçülük
#Batıcılık
7 yıl önce
"Söz uçar sızı kalır"
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?