|
“Ben, öteki ve ötesi: İslam-Batı”

Millet ve Türkiye düşmanı FETÖ'nün alçak planlarından birisi de, ülkemizi dış kamuoyunda DAEŞ ile özdeş haline getirirken, kendisini “İslam'ın güler yüzü, Batı dostu, dinler arası diyalog yanlısı” olarak sunmaktı. Türkiye'nin DAEŞ'le bırakın özdeşliği ufacık bir benzerliği olduğu bile katışıksız yalandı. DAEŞ'le ve oluşturduğu sahte-İslam algısıyla başından beri samimi biçimde mücadele ediyordu. “Dinler arası diyalog” denilen şeyin, İslam'ın dejenerasyonuna dayalı, evanjelizme hizmet eden bir proje olduğu da artık iyice anlaşıldı. Türkiye'nin “Batı-karşıtı” olduğu tezi de büyük yalanlardan birisi. Türkiye, medeniyetler ittifakından, kimliklerin asli özelliklerinin korunarak dayanışma ve işbirliğinden yana oldu hep.



Doğrudur; bugün İslam-Batı ilişkilerinde sağlıksız bir görünüm var ama bunun nedeni, kesinlikle Türkiye değil. Türkiye, ilkeli bir politikayla hem DAEŞ ve FETÖ türü alçaklıklara hem de İslamofobiye karşı mücadele ediyor. Lakin tek başına çabası, yetersiz kalıyor. Sosyalist Bloğun yıkılmasından sonra Batı'nın kendi kimlik inşası için yeni bir “öteki” arayışının sonucunda İslam karşıtlığına ve İslamofobiye çok uygun bir zemin ortaya çıktı. İkinci döneminde, ideallerinden vazgeçerek Müslüman dünyada kaosa dayalı bir dış politika izlemeye koyulan Obama yönetimi, DAEŞ ve FETÖ ihaneti de mütemadiyen fitnenin değirmenine buğday taşıdı.



Dostumuz ve Cumhurbaşkanlığımızın sözcüsü İbrahim Kalın, nitelikli münevver özellikleriyle medeniyetimizin de sözcülerinden. Birçok kez çok değerli katkılar yaptı, övüncümüz oldu. Şimdi de, uzun zamandır dış politikamızda da belirleyici olan İslam ve Batı arasındaki uzlaşmacı bakışını, teorik ve tarihsel payandalarla güçlendiren muhteşem bir eser ortaya koydu.



“Ben, Öteki ve Ötesi: İslam-Batı İlişkileri Tarihine Giriş”, “İslam ve Batı toplumlarının 'ben' ve 'öteki' tasavvurlarını dikkate almadan yaşanan gerilimleri ve muhtemel uzlaşı ve çıkış noktalarını bulmamızın mümkün olmayacağı” ana fikriyle kaleme alınmış… Başlangıçtan günümüze İslam-Batı ilişkilerinin seyrini, tarihi olaylar etrafında ele alıp işliyor; sorunlara, çoğulcu, uzlaşmacı çözüme odaklanıyor. “Aralarındaki önemli farklılıklara rağmen, İslam ve Batı medeniyetleri çatışmak zorunda değiller. Bir arada yaşamanın asgari şartı, herkesin kendi kalarak ortak iyide uzlaşmasıdır. Adil, katılımcı ve eşitlikçi bir dünya düzeninin anlamı, herkesin aynı şekilde düşünüp yaşaması değil, farklı görüşlerin bir arada var olma iradesini göstermesidir. Bir arada yaşama ahlakı ve kültürü, zor olmakla beraber imkânsız bir hedef değildir. İslam ve Batı medeniyetleri “iyilikte yarışan topluluklar” (Maide/48) oldukları zaman bölgesel ve küresel barışa katkıda bulunacak(lardır).” Yürekten katıldığımız bu bakış açısının galebesi, mevcut sağlıksız ilişkilerin onarılması için şart ama yolumuz hayli engebeli ve zor.



İslam, bir din, dünya görüşü ve yaşama tarzı olarak ortaya çıkışından itibaren hayret uyandırıcı bir gelişme sağladı. Zamanı ve coğrafyayı hem yeni bir renge boyadı hem de gündelik hayatı yeni baştan estetize edebilen bir medeniyetin ortaya çıkmasına vesile oldu. Ama modernlikle birlikte bu kez şaşırma sırası, Müslümanlardaydı. Modernlik, yeni bir dünya görüşü ve yeni bir yaşama tarzıydı ve üstelik karşılaştığı tüm dünyaları cezbediyor, kendisine çağırıyordu. İslam dünyasının modernlikle karşılaşması çok ama çok sancılı oldu. Müslümanları, modernliğe çağıranlar aynı zamanda ona dayatılan sömürgeci şiddetin sahipleriydi. İlk modern olmaya karar verenler yöneticiler ve aydınlardı, nedenini açıklamadan, halka da modernleşmesini söylediler ve buna zorladılar. Şimdi olanca şiddetiyle bu sürecin komplikasyonları yaşanıyor.



Batı'da da işlerin yolunda gittiği söylenemez. Modernliğin yol açtığı sıkıntıları bir kenara koysak bile Batı, sömürgeci, emperyalist geçmişinin mirasıyla ciddi bir şekilde yüzleşmedi. Kapsayıcı bir demokrasi ve insan hakları anlayışını yerleştirmeden bu kez İslamofobi dalgalarıyla sallanıyor. İbrahim Kalın'ın fevkalade benzetmesiyle Batı dünyasında “Müslüman” algısı, Kavafis'in şiirindeki “barbarlar” beklentisine dönüşmüş durumda. İslam'ı sürekli akıl-dışı, şiddet yanlısı, terörist, antidemokratik, kadın düşmanı, yobaz, özgürlük karşıtı gibi sıfatlarla anarak hayali bir düşman haline getirenler, bireycilik, atomizasyon ve anomiden mutazarrır toplumlarını “barbar istilası”yla tehdit ederek bir arada tutma ve yönetmenin kolaycılığına kapılmış gidiyorlar.



Yine de zorluklara rağmen uzlaşma, imkânsız değil… İslam dünyası, tüm sorunlarını Batı'ya fatura etmeden, oryantalizme karşı oksidentalizm tuzağına düşmeden yürüyebilir. “Avrupa merkezci düşüne kalıplarından ve liberal-seküler önyargılardan arındırılmış bir İslam-Batı tartışması, modernlik, akıl, birey, özgürlük ve gelenek konularında daha derinlikli ve ufuk açıcı bakış açılarının gelişmesine katkı sunabilir.” Yeter ki biz, sözümüzü güzelce söylemeye, dostluk elimizi uzatmaya devam edelim.


#FETÖ
#DAEŞ
#Batı dünyası
8 yıl önce
“Ben, öteki ve ötesi: İslam-Batı”
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset