|
Ağzınız Bülent diliniz Keneş!
Gezi eylemlerinin ahlaki açıdan dibe vurduğunu gösteren ve meydanlardaki kalabalığın artık çevrecilikle hiçbir alakası kalmadığının ispatı niteliğindeki en unutulmaz sahneler,
Erdoğan ve ailesine edilen küfürlerin yazıldığı pankartların
meydanda elden ele dolaştırılmasıydı şüphesiz.


DHKP-C'nin, PKK'nın Taksim anıtına dikilmiş bayraklarından rahatsız olmayan
ulusalcılar bile bu küfürleri görünce
alanı terk etmeye başlamıştı.

Ekrem Dumanlı ve içinden geldiği zihniyet de kınadı bu küfürleri. Tweetler atıp lanetlediler. Fakat çok değil Gezi'den 7 ay sonra yapılan 17-25 Aralık darbe girişimleri sonrası, bu yapı içinden
Erdoğan'a ilk hakareti eden de Ekrem Dumanlı
oldu. Dumanlı o gün Erdoğan'a “Yezid” dedi ve Fuat Avni denilen cemaat şebekesinin 'dilini' de oluşturdu.


Fethullah Gülen'in bedduaları ile desteklenen bu süreçte, dualı bildiğimiz ağızlardan olmadık küfürler saçılmaya başladı. Özellikle Erdoğan ve onun ailesi için etmedikleri hakaret kalmadı. 25 Aralık'ta tutuklamaya kalkıştıkları
Bilal Erdoğan için günlerce kampanyalar yürütüp
, sosyal medyada tek merkezden üretildiği belli olan ahlaksız lakapları, küfürleri sıraladılar günlerce.

2014 yerel seçimlerinden hemen önce ise kalkıştıkları darbe girişimlerinin püskürtülmüş olmasının acısı ile tam olarak bel altından vurmaya başladılar. Orada burada
kaset haberleri ürettiler.

Ve o zehirli dillerini sonunda
Sümeyye Erdoğan'ın iffetine
uzattılar. Her türlü hakaret, iftira, yalan haber ve hedef gösterme girişimine maruz kaldığı halde hanımefendilik çizgisini terk etmeyen Sümeyye Erdoğan üzerinden babasının 'Cumhurbaşkanlığı sıfatına' saldırdılar. Bir delinin beyanlarını adice haberleştirip tüm dünyaya duyurdular. Fakat bu,
Erdoğan'ı 'evi ve ailesi' üzerinden ilk sarsma girişimleri değil.
Şüphesiz son da olmayacak. Erdoğan'ı en acımasız bedduaların muhatabı yaparak ailesiyle birlikte adeta yok olmalarını dileyenler, onu tüm mevki ve makamlardan soyutlayıp 'sadece bir baba' olarak bile göremediler.


Her fırsatta “
bu adam bir diktatör” dedikleri seçilmiş bir lideri
siyaseten zayıflatamadıkları için
'babalık yanından' vurmak istiyorlar şimdi.
Ve tüm bunları “Risale-i Nur okuduk, Fethullah Gülen hıfzettik, Hazreti Peygamberi örnek aldık” diyen tabanlarının eliyle yapıp, ağızlarıyla yayıyorlar.

Özenle yetiştirilen öğrenciler ve öğretmenler,
'sevgi dilini', 'diyalog ve hoşgörü ilkelerini' nasıl bu denli bir hızla 'zehir diline', 'nefret nesline' dönüştürdü
diye düşünmeden edemiyor insan. Sosyal medya, bir Fethullah Gülen sözü paylaşıldıktan hemen sonra; yazarlara, çizerlere galiz küfürlerin edildiği hesaplarla dolu. Dershanelerin kapatılması sürecinde açtırılan o hesaplar üzerinden 'karakter suikastleri' düzenleniyor uzun bir zamandır.


Bir zamanlar, merkez medya dergilerindeki
dekolte kıyafetli kadın fotoğraflarının bulunduğu sayfaları, koli bantları ile yapıştırıp
gazete çalışanlarına öyle teslim eden zihniyetin ahlaki dönüşümü şaşırtıcı. Şimdi geldiğimiz nokta, yatak odası şantajları ile başlayıp namuslu kadınlar için üretilen ahlaksız iftiralara kadar uzanıyor.


Manşetler, yazılar hatta röportaj yapılacak isimler onaylanmadan gazetecilik yapılmasına müsaade etmeyen Fethullah Gülen,
Today's Zaman'ın Sümeyye Erdoğan'ın iffetine dil uzatan iğrenç haberini onaylarken ne düşündü acaba?
O hep övündükleri, yıllardır bu millete ve ümmete pazarladıkları 'altın nesle', amaca yönelik her türden manevrayı meşru sayma ahlakı bu tarz haberlerle mi 'yükleniyor' yoksa?

Üç yıldır ettikleri galiz küfürlerin hedefi sadece Erdoğan ile ailesi değil.. Ona ve ailesine destek olan herkesi hedef yapıp aleyhlerinde türlü kampanyalar düzenliyorlar. Özellikle de kadın yazarları hedef yapıyorlar.
Sibel Eraslan'ın, Özlem Albayrak'ın, Halime Kökçe'nin, Hilal Kaplan'ın ve Nihal Bengisu Karaca'nın paylaşımlarının altına düşülen küfür ve hakaretlerin
kaynakları bu güruha çıkıyor hep.

Arzuladıkları o büyük iç savaş darbesi gerçekleşince, bugün
kendileri gibi düşünmeyen gazetecileri kuracakları mahkemelerde nasıl yargılayacaklarını sapıkça fantezilerle anlatır hale geldiler
son tahlilde.

Son olarak da önceki gün, 'Müslüman bir genç kızın iffetine laf edilebilecek haller' fetvası almışcasına büyük bir özgüvenle 'haysiyet cellatlığı' yaptılar.
Her geçen gün Müslümanlıktan, Peygamber ahlakından uzaklaşan seviyelerinin
daha nasıl aşağılara çekileceğinden kendilerinin de haberi yok.


Gerçekten de müthiş kullanışlı bir altın nesil yetiştirdiklerini tam olarak yeni görmeye başladık. Tüm manevi değerleri, ar, namus ve iffet olgularını bir anda ters düz edebiliyorlar. Her türlü haysiyetsizliğe evrilebilme yeteneklerini gururla sergiliyorlar.
İktidarı gözüne kestirmenin ahlaktan yoksun öykülerini çok net okuyoruz.
Ve tüm bunları yaparken 'baskı altında' oldukları, sansüre maruz kaldıkları hikayelerini de dinliyoruz bir yandan. Çünkü yalan söyleme konusunda ziyadesiyle başarılılar.

Dil, göz ve kulak organlarını Bülent Keneş gibi bir seviyesizin oluşturduğu
, Müslüman kadınları aşağılamayı misyon edinmiş yayın organlarını neşreden bir gruptan bahsediyoruz artık.

İsrail muhalefeti kadar 'vatansever olamama' sorunu!


Türkiye 1 Kasım'da siyasi tercihini yenileyecek. 7 Haziran'daki kararını gözden geçirecek. Koalisyon kurmaya yanaşmayıp ülkeyi yönetmekten kaçanlar, seçimlere de karşı çıkıyorlar. Fakat halkın karşısına çıkmaktan başka şansları da yok. Türkiye dışarıdan ve içeriden saldırı altında olmasına rağmen koalisyon kurulamaması, siyaset kurumlarımızın söz konusu ülke menfaatleri olsa dahi, ne kadar duyarsız olduklarını da gösterdi.


İsrail'de yüzde 2 olan seçim barajı 17 Mart 2015'de gerçekleştirilen erken genel seçim öncesi yüzde 3.25'e yükseltilmişti. Bir önceki seçimde 30 olan parti sayısı bu seçimlerde bazı partilerin ittifak kurmasıyla 26'ya düştü ve bunlardan 10'u Knessete (İsrail devletinin yasama organı) girmeyi başardı. Hiçbir parti tek başına hükümet kuracak çoğunluğu ise elde edemedi. Seçmenin açık bir biçimde sağa kaydığına işaret eden yorumcular, İsrail'de sol bir hükümet kurmanın çok zor olacağına dikkat çekiyorlardı. Kısa süre önce birbirine çok ağır ifadeler kullanan liderler,
42 günü sonunda sürenin dolmasına iki saat kala uzlaşıp hükümeti kurdu.
Netanyahu ve beş parti hiç beklenmedik bir şekilde uzlaşabilmişti. Fakat bu hiç de kolay olmadı. Gerekçeleri ise "Devleti ve milleti tamamen tehlikeye atmaktansa aramızdaki ihtilafları bir tarafa atalım" şeklindeydi. Tehlikeden kasıtları ise bugün ABD'nin nükleer anlaşma imzaladığı İran'dı. İsrail muhalefeti İran'a karşı birleşebilirken, Türkiye muhalefeti 34 yıldır bu ülkeyi kan gölüne çeviren PKK'ya karşı ortak adım atamadı. Devlet ve milletin bekasını önceleyemediler. Tek amaçları AK Parti'yi iktidardan düşürmek olduğu için, bırakın birleşmeyi PKK'nın saldırılarından siyasi kazanç elde etme amaçlı söylemlerin içine bile girdiler.
'Önce ülke menfaatlerini düşünme' ve 'gerçek anlamda milliyetçi nasıl olur'un dersini İsrail'den almak
, koalisyonun kurulmaması kadar ağır bir durum.
#Küfür
#Hakaret
#Today's Zaman
#Bülent Keneş
9 yıl önce
Ağzınız Bülent diliniz Keneş!
Dostluk üzerine...
arapçadan-farsçadan gelen kelimeler
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!