|
Bir kırık hikaye: 'Ben mevsimlik işçiyken…'
Balık istifi gibi dolduruldukları kamyon kasalarında yolculuk ederlerken gördüğümüz kısa süreli hüzünlerimizdir onlar. Bazen o kamyonlardan biri uçuruma yuvarlanır, çoluk çocuk onlarcası
ekmeklerini çıkarmak istedikleri toprağa düşerler
. Gündelikçidirler. Gazetelerin ve televizyonların da gündelik acıklı haberleri olurlar hep.

Hiçbir güvencesi olmayan,
“emekçi”
kavramının tam karşılığına denk gelen
mevsimlik işçi
lerden bahsediyorum. Bu toprakların en 'ucuz işçi'lerinden... Bilen bilir, günde 50 kilo fındık toplarlar, kazandıkları yevmiye ile 3 kilo fındık bile alamazlar.

Hem öyle bir çalışırlar ki,
TÜİK verilerini en fazla onlar etkiler
söz gelimi. İşsizlik oranını tek hanelere bir tek onlar düşürürler.
Gayri safi milli hasıla
ya etki yaparlar ama asla bir “sigortalı” olmazlar. SGK'dan 'gayri'dirler çünkü. Tek güvenceleri de çoluk çocuk yerleştikleri geçici yurtları olur. Olurdu aslında! Çünkü artık oralarda da güvende değiller.
Terör belası son olarak mevsimlik işçilerimizi vurdu.
Garibanlıklarının, mahzunluklarının tam ortasından hem de…

Şehitlerimizin acısı ile teröre karşı sokaklara düşenlerin arasına karışan provokatörler, barakalarını, çadırlarını basıp
mevsimlik işçi kardeşlerimizin onurunu ayaklar altına aldı.


Yazının bundan sonrasına, bu dünyaya
Kürtçe doğup
, yetimliği, öksüzlüğü ve yoksulluğu iliklerine kadar yaşayan, 'baskıcı' devleti zalim PKK'ya asla değişmeyen, bir dönem ailece mevsimlik işçilik yapan, şu anda da Avusturya'da eğitimine devam eden bir vatanseverden okuyacaksınız. Adını vermeyeceğim. 15 yıllık çok yakın arkadaşlığımıza rağmen hikayesinin hiç bilmediğim kısımlarının da yer aldığı bu satırları büyük bir moral bozukluğu ve acı ile kağıda dökmüş. Müsaadesi ile de yayınlıyorum.

Savunmasız bir şekilde sadece ve sadece ekmeğinin derdinde olan mevsimlik işçi kardeşlerimizi hedef yapan, öldüresiye döven, derme çatma barınaklarını ateşe veren
sözde 'vatanseverlere' seslenen Kürt arkadaşımın
tek derdinin bu vatanın bölünmemesi olduğunu
hatırlatarak yürekten yaptığı uyarılarının altını çiziyor ve sözü ona bırakıyorum…

“Günlerdir yazmak istediğim halde 'yazdıklarım bir yaralı yüreğe dokunur' diye yazmaktan vazgeçiyorum. Ancak bir şeyi ifade etmek benim için farz oldu. Batmanlıyım. Bugüne kadar kendimi bir Kürt olarak ifade etmişliğim yok. Hatta yurt dışında bulunduğum süre içerisinde bazı arkadaşlar bir menfaat devşirebilmek umuduyla kendilerini "Türkiye'nin doğusundan geliyorum" diye tanıtırken ya da "ben kürdüm" hatta ve hatta "ben ezilen bir kürdüm" derken, ben Avusturya'ya geliş sebebim olan 28 Şubat zulmünü bile kimseyle paylaşmadım. 'Benim' diyebildiğim devletime kızdığımı, Avusturyalı bilip de sevinmesin diye. Dilimden Kürt olduğum dökülsün istendiğinde ben, 'Türküm' demekten zerre miktar rahatsızlık duymadım. Burada gavurun Türk'ten Müslüman olduğu için hazzetmediğini çok iyi öğrendim.

Ben Kürt bir anne babadan dünyaya gelmişim. 'Gelmişim' diyorum çünkü anne babamı tanıma imkanı bulamadım. Henüz konuşmaya başlamadan annemi, konuşmaya başladıktan kısa bir süre sonra babamı kaybettim. Kadınlar tarafından kurulan bir vakfın yetimhanesine alınış maceram biraz ilginç. Bir Türk abla; belki daha önce hiç gitmediği bir şehirden, hiç tanımadığı bir ailenin çocuğunu, Kürt ya da Türk olduğu için değil sadece ve sadece Müslüman bir ailenin küçük çocuğu olduğu için okutmak üzere yanına almak istedi. Sene 1988. Henüz dünyayı keşfetmeye çalışırken bana, "Tanımadığımız bir abla seni İstanbul'a almak ve okutmak istiyor" denildi. Kuran kursuna gidiyordum hafızlık yapacağım belki, belki bırakacağım ve diğer abilerim gibi bir kaç sene sonra el arabası üzerinde rızkımın peşine düşeceğim. 6 yaşındayım ve ilk önemli kararımı o gün verdim. "İstanbul'a gideceğim okumak istiyorum" dedim. Okumak istiyordum çünkü ailemden okuyan hiç kimse yoktu. Komşu çocukları vardı okuyan, çok havalılardı. Hatta İstanbul'a gittikleri olurdu bunların bazılarının. Geldiklerinde onlara sormuş olduğum soruların, geldiğimde bana da sorulmasını istediğim için gitmek istemiş olabilirdim. "Hangi artistleri gördün? Denizi gördün mü? Neler yedin oralarda?

Artık İstanbul'a gelmiştim. Yurttaydım. Hiç tanıdığım yoktu. Ailem yoktu. Ve ben tek kelime Türkçe bilmiyordum. Çok açtım. Ama derdimi anlatamıyordum. Birinden bir şey istemeyecek kadar gururluydum. O gün diğer çocuklar akşama doğru okullarından geldiler. Ben ne yapacağımı bilmez bir şekilde oturuyordum. Sonra çocuklardan 7 yaşlarında biri çocuk yanaştı yanıma. Elimden tuttu. Söylediklerini anlamıyordum. Çekiştirmesinden "gel" dediğini anlıyordum ama ürkektim de. Elimi bırakmadan götürdü beni. Mutfağa girmiştik. Beni sandalyeye oturttu ve dolaptan yiyecek bir şeyler çıkardı. Önüme koydu, bir şeyler söyledi ve çıktı mutfaktan. Yesem mi yemesem mi bilemedim. Biraz sonra geri geldiğinde yemediğimi görünce kendi de oturdu. Bana yiyecek bir şeyler uzattı ve beraber yemeye başladık. Derdimi anlatacak kadar dil bilmiyordum ama derdimi anlayacak birileri vardı… Sonradan öğrendim ki, bana el uzatan o yedi yaşındaki çocuğun da elinden tutan bu ablaymış ve daha nicelerinin.. Ve ben "tamam hocam başımın çaresine bakarım" diyene kadar elimi bırakmadı o benim.


Önceki gün mevsimlik işçileri döven 'vatansever' arkadaşları görünce aklıma babam geldi. Babamla beraber 5 kardeş Aydın'daydık, kimseye muhtaç olmamak için. İki aya yakın pamuk topladık. Topladılar aslında, ben eğleniyordum. Sonra paramızı aldık ve babam hepimize yeni elbiseler aldı. Döndük memleketimize. Dövülen mevsimlik işçilerin de şüphesiz benzer hikayeleri vardı. Hasbelkader o gün birileri babamı, abimleri dövseydi bugün bir aile daha devlete, vatanına düşman olacaktı. O gün yanlış da yapsa devlet 'kimse' değildi, bizimdi. Devlete kızsak da kimse Türk kardeşlerine kızmıyordu. Biliyorduk ki, devlet Kürtlere değil Müslümanlara zulmediyordu. Kimseyi suçlamıyorduk... Bugün çok şükür devlet Müslümanlara da Kürtlere de zulmetmiyor. PKK ise Müslümanlara da bölgedeki bütün kesimlere de zulmediyor. Halk huzur istiyor ama PKK bu çağrıları yanıtsız bırakıyor.


Ama o dövdüğünüz mevsimlik işçilerin çocukları var. O dükkanını yaktığınız tatlıcının çocukları var. Yine dövdüğünüz, vatanseverliğini Atatürk büstünü öptürerek test ettiğiniz adamın da çocukları var. Bari onların zehirlenmesine sebep olmayın. Yeni neslin kinle nefretle büyümesini istemiyorsanız, vatanlarını canından aziz bilmelerini istiyorsanız, tokat atmak için kalkan ellerinizi indirin önce. Sonra indirdiğiniz ellerinizin arasına Kürt Türk Arap demeden bir yavrunun ellerini alın. 'Kardeşim' deyip sofranızı paylaşın. Paylaştığınız kuru ekmek ve su dahi olsa yeni nesli zehirlenmekten kurtarmış olacaksınız.”

Nokta!
#mevsimlik işçiler
#Batman
#Kürt
#Ersin Çelik
9 yıl önce
Bir kırık hikaye: 'Ben mevsimlik işçiyken…'
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler