|
Bir kez daha âlim ve cemaat anlayışımız
Daha önceki iki yazımızda tek bir âlim ya da tek bir cemaatle İslam'ı ve hakikati öğrenmenin problemlerinden söz etmiştik, söylediklerimizin özeti şuydu:

Mutlak anlamda objektif bilgi olmaz, o halde her yönüyle hakikat ancak farklı âlimlerle bilinebilir. Hz. Peygamber dışında insan-ı kâmil yoktur.

Herkes bir kişiden bilgiyi hakikat adına tek doğru görürse, başkalarını reddetme durumuna düşer.

Böyle olunca da tarikat ya da cemaat liderleri kendi büyüklüğünü kabullendirmek için aslında kendilerinde bulunmayan maneviyat ve kutsallıklara, keramet ve menkıbelere de sığınabilirler.

Tek hakikat olarak kendi liderlerinden öğrendiklerini bilen kapalı cemaat mensupları bireysel kabiliyetlerini geliştiremezler.

Hakikatin her bir parçasının farklı bir âlimde bulunabileceğini bilenler hayırlı bir yarışa girmiş olurlar.

Evet, iki yazımızda söylediklerimizin özeti buydu. Gelen değerlendirmelerden bu meselenin sanıldığından da önemli olduğunu gördük. Bu sebeple söylediklerime şunları da ilave etme lüzumu hissettim:

Günümüzdeki tarikatlar ya da cemaatler İslam'ın cemaat olma ve birleştirme özelliğini sağlamıyorlar, aksine bölüyor, dışlıyor ve ötekileştiriyorlar. Yani bunların her biri İslam'ın istediği tek ve mutlak cemaat değil, olsa olsa sembolik ve mecazî cemaatler sayılabilirler. Ancak bu da kendilerini mutlak “cemaat” olarak görmemelerine bağlı.

Böyle bir görme bozukluğu olduğunda her bir cemaatin teoride olmasa da pratikte Kuranı Kerim'in önüne geçirdiği kendi kitapları oluyor. Kuranı Kerim'i Allah'ın kitabı olarak kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, ondaki bilgileri ancak bu kendi kitaplarının süzgeci ile ve onun onayladığı kadarıyla alıyorlar. Böylece asıl olan Kuranı Kerim değil, kendi kitapları olmuş oluyor. Hadisi şerifler dahi kendi kalburlarıyla elenerek alınıyor. Bazen sahih hadisler bile hesaba katılmazken, aslı olmayan sözler kendi düşüncelerini okşadığı için belirleyici hükümler haline gelebiliyor.

Her bir cemaat Kuranı Kerim'in mealini, ilmihal ve benzeri kitapları bile kendi cemaatlerinden olmayan yazarlardan okumuyor. Oysa kendilerininkini yazanlar bazen âlim bile olmayabiliyor. Onların hepsini doğru, diğerlerinin hepsini yanlış sanıyor. Gerçek olanı arama refleksleri bulunmuyor.

Diğer yönden belli bir kitap belli bir grubun yegâne kitabı haline getirilince, başkaları da o kitabı artık onların bilip ondan istifade etmiyorlar. Bediuzzaman'ın risalelerini buna örnek verebiliriz. Bugün bir ilim adamı bu Risalelere atıfta bulunursa kınanabilir, gayri ilmîlikle suçlanabilir. Sonuçta onlardaki çok değerli tespitlerden mahrum kalır. Çünkü onlar birileri tarafından yegâne kaynak görülerek bloke edilmiş ve İslam'ın bir yorumu olmaktan çıkıp artık onlar için yegâne kitap haline gelmiş.

Keza kendi kalburuyla İslam oluşturan her bir grup kendini yegâne Ehlisünnet olarak görür ve göstermeye çalışır. Bazı ilim adamları da onların yanlışlarına değil, Ehlisünnet'e tavır almaya başlarlar. Çünkü onlar nahak yere bu ismin patentini almış ve onu sahiplenmişlerdir.

İslam'ı bir tek âlimin anladıkları olarak görmek, bir âlime Peygamber vekilliği verme anlamına da gelebilir. Oysa peygamberin varisi bir âlim değil, âlimlerdir. Her birine mirastan farklı bir pay düşmüş olabilir. Biri onun daha çok cömertliğini, diğeri cesaretini, bir başkası zühdünü temsil edebilir. Ama hiç birisi bütünüyle peygamberin tek temsilcisi olamaz. İslam'ı bir tek âlimle tanıyan diğer mirasları reddetmiş ya da onlardan mahrum kalmış olur. Çünkü beşerin bilgisi tam olarak objektif olamaz demiştik. Birinin gördüğünü diğeri göremeyebilir. Bilgilenmede akıl, zekâ, önceden edinilmiş bilgiler, tecrübe, duygular, zaman ve mekân faktörleri etkilidir.

Tek âlimle oluşan gruplar onun İslam'ını yegâne İslam olarak göreceği için başka fikirlerin de bulunabileceğini kabul edemezler. Artık diğerlerini sapık sayar, hatta tekfir ederler.

Her grup kendi evradını, ezkarını, hatta özel ibadetlerini kendisi belirler. Böylece birbirlerinden uzaklaştıkça uzaklaşır ve artık birbirlerine tamamen yabancılaşırlar. İsmail Hakkı Bursevî Peygambere okunacak salavatın en güzelinin nasıl olacağı konusunda bile tarih boyunca farklı grupların iki binden fazla salavat kalıbı oluşturduklarını söyler.

Böyle bir anlayış insanların, âlim de olsalar, hatalarını hakikat görüp onları sabitler ve böylece dinde kaymalar başlar.

Ve en önemlisi, böyle gruplar kendi bilgi kuramlarını ve kaynaklarını kendiler belirler ve en mühim bilgi kaynağı olarak en başa kendi üstadının söylediklerini koyarlar.

Sonuçta din (anlayışı) tevhidi gerçekleştirmesi gerekirken tefrik/parçalanma sonucunu verir. Bireyleri farklı cemaatlerden olan aileler bile dağılıp parçalanır.
#âlim
#cemaat
#İsmail Hakkı Bursevî
9 yıl önce
Bir kez daha âlim ve cemaat anlayışımız
Çalıştay bildirisindeki kamu mühendislerine ilişkin göze çarpanlar
Kara dinlilerle milletin savaşı
Kaçkarlar yolunda hayat ve siyaset
Üst düzey bürokratların görevden alınmalarında yaşanan sorunlar ve çözümleri
Dolarsızlaştırma ve yerel paralarla ticaret