|
Kaç metre uzaklaşacaksın göreceğiz bakalım…
Nihayetinde
Osmanlıyı
,
Avrupa
yıktı, coğrafyayı paramparça etti, ilişkiler kesilmedi de, şimdi müzakereler askıya alındı diye mi kesilecek?

Bu mümkün mü?

Meseleleri tartışırken, her başlığa ayrı fasıl açmak lazım, ilişkinin bin türlü boyutu var çünkü.

Türkiye
’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir plan devrede,
Türkiye
’nin etrafını değiştirmeye çalışıyorlar, bölgesel savaşlar yaşanıyor, akla hayale gelmedik ittifaklar kuruluyor, bunların hepsi doğru ve bu gelişmelerden büyük oranda da
Türkiye
etkileniyor.

Ülkeyi yöneten hükümet, haklı olarak tepki gösteriyor, gerektiğinde rest çekiyor, fakat dikkat edilirse sürekli olarak da bir açık kapı bırakıyor.


“Açık kapı”
meselesini mahkumiyet, mağlubiyet ya da mecburiyet olarak anlamamak lazım.

Devletler ve toplumlar arasındaki ilişkileri, haritaya bakmadan konuşamayız, konuşursak havada kalır, yaşadığımız hayatın pratiğine uymaz.

1200 yıl
önce
Türklerin
tek derdi
Çin sarayıydı
, şimdi öyle mi; zaman aktı, yeni kültürler, yeni toplumlar ortaya çıktı, saraylar çoğaldı, ilişki biçimleri, daha da önemlisi düşmanlar değişti.

Devleti düşman sahibi yapan halkın ihtiyaçlarıdır, bu ihtiyaçların giderilmesi için mecburi ilişkiler kurulur, nihayetinde her şeyi belirleyen modadır.

Buradan bakıldığında
Osmanlı ordusundaki
modernizasyon çalışmalarına, sadece kılık kıyafet değişimi olarak görüp,
“Batılılaşma”
ya da
“Kendi kendine düşmanlaşma”
, bir nevi
“Yabancılaşma”
diyebilir miyiz?
Ne alakası var, tabancayı beline takabilmen için bile pantolon giymen gerekir, paraşütle atlayacaksan kask kullanacaksın, bunları yaptın diye dertlenmen gerekmez ki, o zaman
Çin
’den kağıt alırken de
Çinlileşmiş
olman lazımdı, öyle değil mi?

Bu alışverişler, etkileşimler mecburidir, yenilik makbulse takip edilir; çünkü mücadele, olanı korumakla kazanılacak gibi değildir.

Bizim
Avrupa
ile münasebetimizi en iyi özetleyen kavram
“cari açıktır”
, bu kavram sadece ekonomi terimi olarak da anlaşılmamalıdır, zaman içinde ortaya çıkan ve bizi bir hayli kızdıran, belki de endişelendiren esas mesele
“kültürel cari açıktır.”
Türk erkekleri
,
Müslüman
olmalarına rağmen hiçbir zaman
Araplar
gibi giyinmediler, fakat
Hıristiyan
olmadıkları halde
Avrupalılar
gibi giyinebildiler.
Bundan şikayetçi olmadıklarını, gocunmadıklarını
Avrupalı turistlere
“padişah kostümüyle”
servis yapan garsonların haline bakarak anlamak mümkündür.
Erbakan Hoca
’nın hayat hikayesini anlatan belgesellerde,
Alman profesörlerin
kendisini takdir etmelerini ayrı bir şevkle, ayrı bir lezzetle anlatılırdı.
Ama aynı
Erbakan Hoca
,
“Bana ne Amerika’dan, bana ne Avrupa’dan”
derdi.
Avrupa Parlamentosu
’nun aldığı kararı protesto eden bakanlığımızın adı da
Avrupa Birliği Bakanlığı’
dır; amblemi de, bayrağımızdaki yıldızın karşısına getirilen,
12 Avrupa
ülkesini temsil eden yıldızlardan oluşan hilaldir.

Demek ki, padişah kostümüyle servis yapan garson, tarihine, kültürüne ihanet etmiş zavallının teki değildir,

Demek ki,
Alman akademisyenlerin
takdir ettiği
Erbakan Hoca
,
Batılı
ya da
Batıcı
değildir,
Demek ki,
Avrupa Birliği
çalışmalarını yürütmek üzere kurulan bakanlık
“Hıristiyan kulübüne”
üye olmak için kurulmamıştır.
Osmanlının
son döneminde,
Cumhuriyet
’in ilk yıllarında,
Fransızca
bilmeyen aydın yok gibiydi, bu adamlar da kendilerine göre vatansever adamlardı, yıkıma çare arıyorlardı.
Padişahın yönetiminden rahatsız olup
Yeni Zelanda
’ya gitmek isteyen
Tevfik Fikret
,
İstanbul
’dan ayrılıp,
Manisa
’ya kadar gidemedi, en sonunda
Aşiyan Mezarlığı
’na,
İslami usullerle
gömüldü.
Bugün
“Batılılaşma”
projesi dediğimiz
Cumhuriyet dönemi
, belki de, son iki yüz yılda,
Batı
’dan en çok uzaklaşılan dönem oldu, müdahalesiz serbest seçimlerin tamamını sağ partiler kazandı; tabi sağın
Avrupa
’yı anlama biçimi de ayrı bir tartışma konusudur ama nihayetinde sağ kazandı.
Öyle ilginç şeyler oldu ki, mesela
Batı
’dan devşirilen modern hukuk devleti,
İsmet Özel
’in deyimiyle,
“Sokrates’i öldüren sistemin”
yani demokrasisinin şerrinden insanları koruyan bir şeye dönüştü.
Aynı
Türkiye
, bu tartışmaları kendi içinde sürdürürken, bir taraftan da tamamının cehennemlik olduğunu düşündüğü
500 milyon Avrupalıya
, dünyanın en lüks otellerini kurdu, turizm cennetine ya da cehennemine dönüştü.
Şimdi bu anlattığım darmadağınık ilişkiler,
Avrupa Parlamentosu
’nun, müzakereleri durdurmasıyla yok sayılabilir mi?
Başbakan,
“AP’nin kararı yok hükmündedir”
derken, aslında bunları söylüyor,
Türkiye-Avrupa
ilişkilerinin çoktan devletler düzeyini aştığını, her iki tarafın istese de bu durumu değiştiremeyeceğini ima ediyor.
Hadi görelim bakalım,
2018
’in
Temmuz
’unda
Avrupa
,
Türkiye
’den kaç metre uzaklaşmış olacak ya da
Türkiye
,
Avrupa
’dan kaç metre geride kalacak.
AP
’nin kararı,
Türkiye
’nin günlük hayatını ne kadar etkileyecek, hangi kervan yolundan dönecek, göreceğiz…
#Osmanlı
#Avrupa
#Tevfik Fikret
7 yıl önce
Kaç metre uzaklaşacaksın göreceğiz bakalım…
Kurt kanunu
Şuyûu vukûu kadar beter işler…
"Beyhude Ömrüm"
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek