|
Kek yandı ama hâlâ güzel kokuyor…

Cumartesi yazılarını pazar günü yazıyorum, yazıyı bir hafta dinlendiriyorum, birkaç kez okuyorum, hatta birkaç kişiye de okuyorum, sonra bazı eklemeler, çıkarmalar yapıyorum.


Yazıyı yayınlatmadan önce birine okumak, suça ortak aramak gibi bir şey bende; öyle ya sen de dinledin, burada ne yazdığını sadece ben bilmiyorum, sen de biliyorsun, eğer bir hata varsa, benim kadar senin de sorumluluğun var.

Bu yazıyı pazar günü yazmadım, üzerinden bir hafta geçmedi, ilk yazdığım şekliyle gönderdim, harfine dokunmadım, kimseye de okumadım, günahıyla sevabıyla, doğrusuyla yanlışıyla ilk kez sen okuyorsun, sevgili okur.

Daha önceden okumadın diye sorumluluğun bitmiyor, bir kere bunu bilmelisin, al işte okuyorsun, ne fark eder ki, gazetede yayınlanmadan önce okumanla gazetede yayınlandıktan sonra okuman, yazı yazıdır, öyle ya da böyle okuyorsun yani, ne yazdığını biliyorsun, sen de kapıldın girdaba, mecburen birlikte döneceğiz bundan sonra.

Her şeyi yazmıyorum tabi, rahat ol, seni zorda bırakacak bıçkınlıklardan uzak duruyorum, aklıma geleni değil, başıma geleni yazmakla yetiniyorum, eğer aklıma geleni yazsam inan bana hepimiz mahvoluruz.

İnsan en çok kendi hakkında bildiklerine şaşar, kendi hakkında bildikleri bilinmesin diye yazar sevgili okur, öyle acayip içten patlamalı sır küpüdür ki insan, dışarıya sızdırdığı yanık kokusunu, pişmek üzere olan kekin mutfağı kaplayan romantizmiyle sunar; işte buna sakın aldanma sevgili okur.

Buna sakın aldanma, çünkü bu bir tuzaktır…

Yanmak üzere olan kek de iyi kokar ama sonrası malum, yandığını, kapkara kesildiğini gördüğün halde, ahlar vahlar içinde verdiğin emeği yad etmeler, bahane aramalar, kurtarabilir miyim telaşıyla sağa sola koşuşturmalar, elini kızgın fırınlara sokmalar bir işe yaramaz, alışık olduğun o berbat sahneler, çaresiz çırpınışlar ve acılar kalır geriye.

Kek yandı ama hala güzel kokuyor değil mi, çok güzel kokuyor, o kadar güzel kokuyor ki, insanı kendi burnuna aşık ediyor; ama istersen başını çevir, ötelere, uzaklara bak, yandıysa yandı, görmemezlikten gel o kapkara şeyi, nasıl olsa güzel kokuyor, yandıysa yandı canım, her şey küllerinden doğacak değil ya, bazı şeyler de kokusundan can bulur, dirilir belki.

“Bizi önceden bilmeler mahvetti, desem, yarım mısra çalmaktan tutuklanır mıyım?” diye sorma bana sevgili okur.

Çünkü bana soru sorulmasından nefret ederim, cevap veremem endişesiyle değil, sorgulanıyormuşum hissi uyanır bende, ayaklarım titremeye başlar, gözüm atar, en iyisi sen bana soru sorma, git kendi bilmediklerinle yaşa!...

Bana soru sorma sevgili okur, git, yanan kekini kokla, mis gibi…

Şuraya bak, Papa bile kendini kurtarma derdine düşmüş, onun keki de yanıyor galiba, yok küresel ısınma varmış da, yok küresel ısınmaya karşı çıkanların aklına şaşarmış da, yok dünyanın sonu geliyormuş da, hep birlikte dua etmeliymişiz de, bilmem ne!

Nasıl, böyle iyi mi Papa Efendi, niye şikayet ediyorsun şimdi, dünyayı yakmak için kitapları yakan sen değil misin, ohh mis gibi sıcak, hep birlikte yanıyoruz işte, sen de pişir kekini, bırak senin kekin de yansın, nasıl olsa, yanan kek iyi kokuyor, ne oldu Papa Efendi, nedir bu telaş, hayırdır?

Hani hepimizden önce, herkesten önce, o mukaddes, o ilahi emri sen okumuştun, her şey önce sana bildirilmişti, aşkların en güzeli sende saklıydı, milleti uçuracaktın cennete, ne oldu o iş?

Bak eğer öyleyse, olan bitenden sen sorumlusun, zavallı ben bile yazdıklarımdan haberdar ettiklerimi sorumlu tutuyorum, sen kendi halini düşün bir de, her şey sana bildirilmiş bu alemde, o halde yanıp kül olan her şeyin dumanı senin bacandan çıkıyor, bunu biliyorsun değil mi?

Komploysa komplo, benden daha iyi mi senaryo yazacaksın Papa Efendi?

Şimdi ben de çıkıp desem ki, bunun derdi küresel ısınma falan değil, mevsimler bir ay ileri kaydı ya, mart, sonbahar, haziran da ilkbahar gibi oldu ya, bunun Noel’i de kaymanın etkisiyle “jet lag sendromuna” girdi, bu da çıktı, ortam dağılmasın, geyikler kızak çeksin diye, küresel ısınma teraneleri okuyor, ne diyeceksin peki?

Şaka yapmıyorum, yaz dediğin, temmuz, ağustos, eylüldür artık, kış dediğin, ocak, şubat marttır, iklim öyle emrediyor, senin Miladi Takvimin çivisi çıktı, haberin olsun.

Mevsimler arasında diyalog kuramayan adamla, dinler arası diyalog kurmuşlar, ne acayip işler yaaa…

Neyse, toparlanıp çıkalım bari, yazı da epey kaydı sağa sola.

Şimdi benim diyeceğim şudur ki sevgili okur, önümüzdeki haftaya hazır olacak şekilde “Altın ateşle, kadın altınla, erkek de kadınla imtihan edilir” atasözünü hep birlikte kompozisyon şeklinde yazıp getirelim, getirelim ki notumuzu alalım.

“Yine mi ateş, yine yangın” deme sevgili okur, yanmadan önceki son haldir pişmek, çiğ çiğ mi ölelim yani, bunu mu istiyorsun?

Yanalım, yanalım ki, hiç olmazsa kokumuz güzel olsun.

#Köşe Yazısı
#Komplo
7 yıl önce
Kek yandı ama hâlâ güzel kokuyor…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi