|
Minare yansa da Hilal hep aynı yerde
Bolşevik İhtilali
'nden önce
Kafkas halkları,
mümkün olduğu kadar dini kaideler çerçevesinde yaşamış, dünyevi hayatlarını din mefhumu üzerinden şekillendirmişlerdir.


Bu konuda kentlilerin daha bilinçli olduğunu söylemek lazım tabii…



İnsanlar arasında bir sorun çıktığında

'hakimler kurulu'

hüviyetinde, ya da makamında görülen, dini meselelere de vakıf şairlere danışılırdı mesela.



Tatarlar

iyi bilir bunu, yazarına çizerine sahip çıkan bir halktır

Tatarlar

, her aydının, her okumuşun ilahi bir lütuf, ilahi bir bağış olduğuna inanırlar.



Demek oluyor ki,

Bolşevik İhtilali

'ne kadar

Kafkasya

'da,

Hoca Ahmet Yesevi

geleneği fiilen yaşadı.



Şiir,

Müslüman

halkların vicdanı oldu, şairler ve yazarlar su katılmamış süt niyetine içildi, şifa bulundu, hizaya gelindi, bu sayede hayatın ölçüsü bozulmadı, hayırlı sözün tekrarı zikir sayıldı, kayda değer kelam nakarat oldu.



Lakin

Mezopotamya

'da bunlar olmadı…



Dinin,

Kafkas halklarını, “ümmete"

çeviren evrensel etkisi

Mezopotamya

'da, aynı derecede hissedilmedi.



İslam

,

Kafkasya

yerlilerini ve

Uzak Doğu Türklerini

,

Çar

ve

Çin

emperyalizmine karşı, kendi topraklarında

“gurbet kardeşi

" yaptı, güdük ve şişman minarelerin etrafında toparladı.



Lakin

1917

'den sonra başka bir şey oldu.



O tarihe kadar insan gözüyle bakılmayan

Kafkas halklarına

, yüksek okullarda okuma imkanı verildi, mesela

Tataristan

'daki üniversitelere giden öğrencilerin en az yarısının

Tatar

olması şart koşuldu.



Tatarca

dergiler, gazeteler, hatta kitaplar basıldı.



Eğer

Sovyetler Birliği

yerine,

Rus İmparatorluğu

devam etseydi, bunların olmasına imkan yoktu, çünkü

Rus İmparatorluğu

döneminde

Kafkas halklarının

okulları yoktu.



Okumak isteyenler din değiştirip, ya da değiştirmiş gibi yapıp,

Hristiyan

olduktan sonra devlet okullarına gidebiliyorlardı.



İhtilalden sonra devlet, bütün dinlere karşı aynı mesafede durdu.



Bazı bölgelerde istisnai durumlar yaşandı fakat

Sovyetler Birliği

, esasında

Rus İmparatorluğu

'nun baskılarıyla ümmete dönüşen

Kafkas halklarının

manevi iklimini dağıttı, modern eğitim metotlarıyla da ırk zemininde kimlik sahibi yaptı.



Bu baskılara rağmen dindar halklar direndiler.



Bakın çok enteresandır,

1956

yılında

Tataristan

'da bir köy camisinin minaresinin

“mimari estetiği"

bozduğu gerekçesiyle yıkılacağı resmi olarak tebliğ edilmiş halka.



İnsanlar o tarihe kadar farklı yöntemlerle korumuşlar, yıktırmamışlar minarelerini.



Sovyet makamları

o yaz kesin karar vermişler, “

Saban Toy(Tuy)
denilen gündönümü bayramından sonra yıkılacak minare"

demişler.



Ne hikmettir bilinmez,

Saban Toy

bayramından önce

Tatar köyündeki

cami yanmış, minare yıkılmış.



Ruslar

yıkamamışlar yani minareyi, bir şekilde kendi kendine yıkılmış…



Köyde

12 yaşında

dilsiz bir çocuk yaşıyormuş, camiyi onun yaktığını söylemişler

Ruslara

, köy halkı bile buna inanmamış aslında.



Müslüman Tatarlar

,

1956

'da yanan o caminin minaresindeki hilali bir evin bodrumunda saklamışlar.



Daha sonra

Sovyetler

dağılınca,

1995

yılında yanan caminin yerine yenisini yapmışlar, kilolarından dolayı göğe doğru uzamakta zorluk çeken tombul minarenin tepesine de

Sovyet askerinden

kaçırıp bodrumlarda muhafaza ettikleri o hilali yerleştirmişler.





Bütün bunları şunun için anlattım;



Mabetler çok özel mekanlardır, Müslümanım diye sadece camileri kastetmiyorum, bütün mabetlerin çok enteresan, çok gizemli olduğunu düşünüyorum.



İnsanları izliyorum, kendimi izliyorum, hepimizin, herkesin bir derdi var, herkes kendi yarasına merhem olsun diye, o koca mermer sütunlara, taş duvarlara, o devasa yapılara sürtüyorlar gövdelerini.



Herkes kendine tayin ettiği kıblesine asıyor vicdanını, kimi ağlıyor, kimi yutkunuyor, kimi düşünüyor…



Mimar bir arkadaşım vardı, dine diyanete pek sıcak değildi.



Ara sıra

, “Biliyor musun, şu muazzam kubbelerin altında otururken hissettiğim şey imana dair bir şeyse beni de kabul etmeleri gerekir"

deyip gülerdi.





Olanları izliyorum, ne olacağımı, ne olacağımızı bilemiyorum ama

“Galiba kaybolduk"

diye düşünüyorum.



Kemal Sayar Hoca

, bir gün bunu tarif etmişti, aklımda kalmadı şimdi,

“Yaşarken zamanın içinde kaybolmanın da bir adı var tıpta"

demişti.



O zaman,

“Bozgunumuz ve bozumumuz bile tarif edilmiş demek ki"

demiştim.





İnsan insana nasıl yapar bunu, ne hisseder de yapar, öldükten sonra hesap vereceğini düşünen bir başka insanın dünyadaki kıblesini nasıl yıkar…



Son bir yılda sadece

Avrupa

'da,

139 camiye

saldırı düzenlenmiş, kimi yanmış, kimi yıkılmış, kimi insana küsmüş.



O gurbet ellerde adamın bir Allah'ı kalmış, gidip secde ediyor, şadırvanın yanında iki demli çay içiyor, ne istiyorsunuz garibandan.



Yahu,



Farz edin ki yanıldılar (haşa), kendilerine bir cami yaptılar.



Ne yani…



Sizin hakikatiniz, başkasının yanılgısını da mı yakacak arkadaş!...


#Bolşevik İhtilali
#Avrupa
#Rusya
#Tataristan
7 yıl önce
Minare yansa da Hilal hep aynı yerde
Kara dinlilerle milletin savaşı
Ahmet Avni Konuk"a rahmet
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından