Bu konuda kentlilerin daha bilinçli olduğunu söylemek lazım tabii…
İnsanlar arasında bir sorun çıktığında
hüviyetinde, ya da makamında görülen, dini meselelere de vakıf şairlere danışılırdı mesela.
iyi bilir bunu, yazarına çizerine sahip çıkan bir halktır
, her aydının, her okumuşun ilahi bir lütuf, ilahi bir bağış olduğuna inanırlar.
Demek oluyor ki,
'ne kadar
'da,
geleneği fiilen yaşadı.
Şiir,
halkların vicdanı oldu, şairler ve yazarlar su katılmamış süt niyetine içildi, şifa bulundu, hizaya gelindi, bu sayede hayatın ölçüsü bozulmadı, hayırlı sözün tekrarı zikir sayıldı, kayda değer kelam nakarat oldu.
Lakin
'da bunlar olmadı…
Dinin,
çeviren evrensel etkisi
'da, aynı derecede hissedilmedi.
,
yerlilerini ve
,
ve
emperyalizmine karşı, kendi topraklarında
" yaptı, güdük ve şişman minarelerin etrafında toparladı.
Lakin
'den sonra başka bir şey oldu.
O tarihe kadar insan gözüyle bakılmayan
, yüksek okullarda okuma imkanı verildi, mesela
'daki üniversitelere giden öğrencilerin en az yarısının
olması şart koşuldu.
dergiler, gazeteler, hatta kitaplar basıldı.
Eğer
yerine,
devam etseydi, bunların olmasına imkan yoktu, çünkü
döneminde
okulları yoktu.
Okumak isteyenler din değiştirip, ya da değiştirmiş gibi yapıp,
olduktan sonra devlet okullarına gidebiliyorlardı.
İhtilalden sonra devlet, bütün dinlere karşı aynı mesafede durdu.
Bazı bölgelerde istisnai durumlar yaşandı fakat
, esasında
'nun baskılarıyla ümmete dönüşen
manevi iklimini dağıttı, modern eğitim metotlarıyla da ırk zemininde kimlik sahibi yaptı.
Bu baskılara rağmen dindar halklar direndiler.
Bakın çok enteresandır,
yılında
'da bir köy camisinin minaresinin
bozduğu gerekçesiyle yıkılacağı resmi olarak tebliğ edilmiş halka.
İnsanlar o tarihe kadar farklı yöntemlerle korumuşlar, yıktırmamışlar minarelerini.
o yaz kesin karar vermişler, “
demişler.
Ne hikmettir bilinmez,
bayramından önce
cami yanmış, minare yıkılmış.
yıkamamışlar yani minareyi, bir şekilde kendi kendine yıkılmış…
Köyde
dilsiz bir çocuk yaşıyormuş, camiyi onun yaktığını söylemişler
, köy halkı bile buna inanmamış aslında.
,
'da yanan o caminin minaresindeki hilali bir evin bodrumunda saklamışlar.
Daha sonra
dağılınca,
yılında yanan caminin yerine yenisini yapmışlar, kilolarından dolayı göğe doğru uzamakta zorluk çeken tombul minarenin tepesine de
kaçırıp bodrumlarda muhafaza ettikleri o hilali yerleştirmişler.
…
Bütün bunları şunun için anlattım;
Mabetler çok özel mekanlardır, Müslümanım diye sadece camileri kastetmiyorum, bütün mabetlerin çok enteresan, çok gizemli olduğunu düşünüyorum.
İnsanları izliyorum, kendimi izliyorum, hepimizin, herkesin bir derdi var, herkes kendi yarasına merhem olsun diye, o koca mermer sütunlara, taş duvarlara, o devasa yapılara sürtüyorlar gövdelerini.
Herkes kendine tayin ettiği kıblesine asıyor vicdanını, kimi ağlıyor, kimi yutkunuyor, kimi düşünüyor…
Mimar bir arkadaşım vardı, dine diyanete pek sıcak değildi.
Ara sıra
deyip gülerdi.
Olanları izliyorum, ne olacağımı, ne olacağımızı bilemiyorum ama
diye düşünüyorum.
, bir gün bunu tarif etmişti, aklımda kalmadı şimdi,
demişti.
O zaman,
demiştim.
İnsan insana nasıl yapar bunu, ne hisseder de yapar, öldükten sonra hesap vereceğini düşünen bir başka insanın dünyadaki kıblesini nasıl yıkar…
Son bir yılda sadece
'da,
saldırı düzenlenmiş, kimi yanmış, kimi yıkılmış, kimi insana küsmüş.
O gurbet ellerde adamın bir Allah'ı kalmış, gidip secde ediyor, şadırvanın yanında iki demli çay içiyor, ne istiyorsunuz garibandan.
Yahu,
Farz edin ki yanıldılar (haşa), kendilerine bir cami yaptılar.
Ne yani…
Sizin hakikatiniz, başkasının yanılgısını da mı yakacak arkadaş!...