|

Dünyanın gidişatıyla, insanın haliyle, âlemin dertleriyle alakalı haddimi aşan büyük laflar ediyorum ara sıra, kusuruma bakmayın.


Yanılsam da yanılmasam da üzülüyorum sonra, “Ne gerek var?” diyorum, nasıl olsa su akar yolunu bulur, sanki insanlık sıkıştı, mevzuların içinde boğuldu, bir çıkış yolu bulamadı da, “Aman Faruk, bize bir şey de, kurbanın olalım, ne olur yardım et” dedi.

Kendi halinde bir yorgunluk olarak akıyor tarih, ben olsam ne yazar, olmasam ne yazar, zerreyi titretecek takatim mi var?

Mübarek bayramlar bir bir devriliyor üstüme, son beş yılda defnettiğim hatıraların hangisi önce, hangisi sonra, hatırlamıyorum bile.

Uzun zamandır terasta yaşıyorum.

Teras dediğime bakmayın, duyan da göğün yarısına çıkmışım falan zannedecek, öyle değil, teras işte, bildiğiniz küçücük bir evin tepesindeki küçücük bir balkon.

Yazdan kurumuş, boynu bükülmüş çiçeklere mezar olmuş birkaç saksı, dip tarafta küçük bir masa, güneşte rengi atmış üç sandalye, köyden getirdiğim turşu, konserve, bal, pekmez kavanozlarını dizdiğim terek, bir de eski gazeteleri, dergileri doldurduğum çatının dip tarafındaki küçük tünel, hepsi bu.

Ama bir şey diyeyim mi size…

Bu terasa çıkalı şunu fark ettim ki, inziva yeri ve şekli de değişmiş artık, yeni kuyular göğe doğru kazılıyor, göğe doğru gömülüyor insan, uçaklar havalanmıyor mesela, göğe doğru düşüyor.

Çıkıyorsun en tepeye, yapayalnızsın…

Ne çok minare var, geçen saydım, on sekiz çıktı, sonra saydığım şeyin minare değil de cami olduğunu anladım, tekrar saydım, bu sefer kırk üç çıktı, yine de emin değilim, “en az kırk üç” dedim, bıraktım saymayı.

Komplocu bir arkadaşım vardı, yurttan, güzel hikâyeler anlatırdı, ona inanmazdım ama onu dinlemeyi de severdim, cesaretimi depreştirirdi, bazen öyle bir şey söylerdi ki, dünyanın en güçlü ülkesi olduğumuzu, ama bunu belli etmediğimizi düşünürdüm.

“Biliyor musun” dedi, bir gün, “Bu minarelerin hepsi minare değil, bunların bir kısmı füze, anlaşılmasın diye minare şeklinde yapıyor bizimkiler, çaktırmıyoruz yani…”

“Sahi mi diyorsun?” dedim, “Bunu yaptığımızı anlarlarsa, önce minarelerimizi vururlar, bütün minarelerimizi yıkarlar…”

Çocukluk işte, minareden füze mi olur, komplocu arkadaşım yıllar önce bir şey uydurdu diye bu kadar minare yıkılır mı, yazık değil mi, günah değil mi?

Sallanırken beynim sağa sola terasta, Eşkıya filmi geldi aklıma.

Terasın sükûneti, samimiyeti Eşkıya filmiyle girmişti hayatımıza, bunu hatırladım.

Cumali, terasta tanıdı Eşkıya'yı, hikâyesini orada dinledi, uyuşturucu çetesi Cumali’yi vurunca, terasa sığındı, terasta can verdi, hem de Eşkıya'nın kollarında, sonra Eşkıya da terastan aşağı boşluğa bıraktı kendisini.

Anlayacağınız,

Yukarıda sessiz bir hayat kurdum kendime, etrafta, adını sanını bilmediğim komşularım var, hepimiz istediğimiz gibi saçmalayabiliyoruz, kimseye bir zararımız yok.

Kimimiz güvercinlerin ters taklalarını izliyor, kimimiz üst üste sigaralar yakıyor, kimimiz göklere dalıp gidiyor, kimimiz saatlerce telefonda konuşuyor, kimimiz namaz kılıyor, birbirimizden emin bir şekilde yaşıyoruz işte.

Geçen akşamüstü karşı binanın birinci katında, pencere ile perde arasına dikilmiş bir çocuk gördüm, çocuk öylece sokağa bakıyor.

Yüzünden ruh halini seçebiliyorum, üzgün görünüyor, biraz önce ağlamış gibi, yanakları kıpkırmızı kesilmiş.

Evdekilere kızmış belli ki, onlara görünmemek için perdenin cam tarafına geçmiş, dışarıya bakıyor, kendini sokağa teslim etmiş de içeridekilerin dışarıyı görmemesi için perdeyi kullanıyor sanki, camla perde arasına saklanmış, etrafı izliyor.

Ne işe yarıyor perde, dışarının içeriyi görmemesinden çok, içerinin dışarıyı görmemesi için mi kullanılıyor bugün, şu çocuktan bunu mu öğrendim şimdi?

Birisi geldi, babası sanırım, kucakladı çocuğu, öpe öpe, koklaya koklaya götürdü, perde kapandı, şükür mutlu sonla bitti hikâye.

Çamlıca Camii’nin minareleri ışıldadı, bembeyaz, bunlar füze değil, en başından beri izliyorum inşaatı, bildiğiniz minare, dört tanesi üç şerefeli, iki tanesi iki…

Bulutların geçişini sabitleyip, minarelere dalabilirseniz, o devasa yapının uçtuğunu zannediyorsunuz, sadece bir yanılsamaya ihtiyacınız var, hepsi bu.

İçeride televizyon açık, Kuzey Kore, füze denemeleri yapıyormuş, depreme sebep olmuş, dünya teyakkuzdaymış, Amerika, her türlü seçeneği masaya koymuş, nükleer silah bile kullanabilirmiş.

Yahu bu komünistlerin de en büyük avantajı Müslüman olmamaları, eskiden beri söylüyorum bunu.

Minare mi var Kuzey Kore’de, minareye benzeyen her şey füze oğlum, füze!...

Vursanıza onları!...

Ne bileyim, bir dengesizlik, bir sarhoşluk, bir zehirlenmişlik, bir acayiplik var ama dünya da hamur kazanı gibi dönmeye devam ediyor, vakit tamam olmadı sanırım.

Aşağıda çok gürültü var, tahmin edemeyeceğiniz kadar çok gürültü var.

Ancak terasta kitap okurken, ne kadar gürültücü bir toplum olduğumuzu anlayabiliyorsunuz.

Şimdilik buradayım, sıkılana kadar…

Şairin dediği gibi, en çok kuşların Allah’ından korkmak için terastayım…

#Türkiye
#İstanbul
#Çamlıca Camii
7 yıl önce
Teras
Futbol kulüpleri bu borç batağından nasıl kurtulur?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim