|
“Zalım Almanya”
Sirkeci Garı
'ndan
Almanya
'ya işçi götüren ilk tren, aşağı yukarı altmış yıl önce kalktı.


Geniş paçalı, düşük belli kumaş pantolonlarının üstüne giydikleri koca kulaklı mintanlarıyla,

Münih İstasyonu

'nda sıraya dizilen

Türk

işçilerinin

Almanya

macerası, altmış yılını devirdi.



Cumhuriyet tarihinde,

Türk-Alman

ilişkilerinin seyrini de büyük oranda bu işçilerin durumu belirledi.



Batılılaşma bir Cumhuriyet projesiydi fakat özellikle

Almanya

'da yaşayan

Türklerin

durumu farklıydı, onlar

“Batılılaşmaktan”

çok

“Almanlaşmaya”

başladılar.



Prof. İlber Ortaylı

,

Avrupa

'ya giden

Türklerin

eğitimsiz olmalarına özellikle vurgu yapıyor,

Türkiye

lobisinin oluşturulamamasını buna bağlıyor.



Önemli tartışmalara kapı aralayabilir bu konu,

İlber
Hoca

, yerden göğe kadar haklıdır.



Cumhuriyet aydınları, içerideki

Batılılaşmayı

devlet eliyle sistemleştirmeye çalışırlarken, enteresan bir şekilde halkı

Batı

'dan uzak tutmaya özen gösterdiler.



Almanca

,

İngilizce

,

Fransızca

gibi diller müfredatımızda vardı ama hiç kimse bu dillerden birini öğrenemedi, fakat öğrenemediği bu dillerin vadettiği kültürel dokuyu tanımaya, hatta sevmeye icbar edildi.





1960 darbesinden

sonra kapılar açıldı,

Türk köylüsü

vagonlara bindi,

Almanya

'ya gitti.



Devrin şartlarını görmezlikten gelerek değerlendirme yapmak da haksızlık olur; insanlar doğup büyükleri toprakları fukaralıktan, çaresizlikten terk ettiler.



Yüz haneli bir köyde iki tane traktör yoktu,

Anadolu köylerinde
“ortakçılık”

kavramı traktör alımıyla başladı.



Almanya

'ya giden ilk işçi kafilesi, birkaç sene sonra otomobillerle izne gelip eşe dosta hava yapınca,

Almanya efsanesi

büyük bir umuda dönüştü.



Alımlı, güzel, selvi boylu köy kızları, sırf

Almanya

hayaliyle, yavuklusunu terk edip tanımadığı birisiyle, tanımadığı diyarlara gelin gitti.



Rahmetli Menderes

'in bu işe çok direndiğini biliyoruz, işçi vermek istemediğini, yol yapımına bu yüzden ağırlık verdiğini, yakın zamanda

Türk sanayisinin

kurulacağını ve genç nüfusun

Türkiye

'ye lazım olduğunu defalarca dile getirdiğini biliyoruz.



Ama maalesef olmadı, sanayii kurmak bir yana, adam canını kurtaramadı.





Yıllar geçti,

Almanya

'ya giden işçiler, üç dört nesle ulaştı, yaz tatilinde memlekete gelen gurbetçi, şortla

Cuma Namazı

kılmaya, çocukları da cami avlusunda

Almanca

konuşmaya başlayınca bazı sivil toplum örgütleri devreye girdi.



Aslında bu fraksiyonlar,

maneviyatçıydı/mukaddesatçıydı

, halisane niyetlerle çalışmaya başladılar, önemli işler de yaptılar,

Almanya

'da ve diğer

Avrupa ülkelerinde

örgütlendiler, milli değerleri temel alan dernekler, cemiyetler kurdular.



Fakat bir türlü

muhafazakar/milliyetçi

entelijansiyayı oluşturamadılar,

Avrupa toplumunun

içinde yaşarken,

Avrupa

'ya alternatif bir kültürel teklif sunamadılar.



Bırakın teklif sunmayı,

Müslüman Türk

kimliğini koruyamadılar, yabancılaşmanın önüne geçemediler.



Bu yapılar, işi kazanç kapısına dönüştürdüler, çeşitli fonlar kurdular, yardım adı altında sandıklar oluşturdular, büyük paralarla oynadılar.



Bazı gurbetçiler kırk yılın, altmış yılın birikimini,

Türkiye

'de fabrika kurmayı vadeden bu derneklere, cemiyetlere verdiler.



Alman topraklarında

köstebeğe dönen

madenci Türklerin

kazançları,

Jetçilerin

,

Fadılların

, elinde buharlaştı, sonu gelmez davalar başladı, insanlar perişan oldu.



Böylece birbirinin camisine gitmeyen, bayramlaşmayan, birbirine selam vermeyen harika bir

“diasporamız(!)”

oluştu gurbette!



Bu arada

PKK terör örgütü

de çarkın içine girdi; onlar da

Kürt kökenli

vatandaşlara sokuldu, neredeyse bütün

Kürtler

örgütsel eğitimden geçirildi, hepsi haraca bağlandı, böylece

PKK

da

Almanya

'da yaşayan

Kürtler

üzerinden gelire ortak oldu.





Şimdi yeniden başlıyoruz, yeniden kendimizi tarif etmenin eşiğindeyiz.



Sayın Cumhurbaşkanı

'nı dinliyorum, tarihi konuşmalar yapıyor, devletimizin haklılığını ortaya koyuyor, terör konusunda

Almanya

'nın ikiyüzlülüğünü çıplak bir şekilde yüzlerine vuruyor, gurbetçilerimizin haklılığını haykırıyor.



Sayın Devlet Bahçeli

'yi, dinliyorum,

“Türkiye kaynarsa, Berlin yanar, bizim ülkemizi karıştırmaya çalışıyorsunuz, biz de boş değiliz, haberiniz olsun”

diyor.



Ara sıra böyle konuşmak iyidir, milletimize cesaret verir, muhataplarımız, meramımızı anlayana kadar bu üslup devam etmeli.



Fakat…



Türkiye

, bugüne kadar milli devlet politikası olarak üzerinde çalıştığı bir projeyi,

Almanya

'da ve diğer ülkelerde yaşayan vatandaşlarına sunamadı,

Fransa

'daki

Ermeniler

gibi,

Amerika

'daki

Yahudiler

gibi o ülkelerin iç ve dış siyasetine etki edecek bir sivil toplum geleneği oluşturamadı.



Üç buçuk milyon

Türk

'ün yaşadığı

Almanya

'dan birkaç futbolcu, birkaç da repçi çıktı, işçilerimizin çocukları birer işsize dönüştü, altmış yılda olan biten buydu.



Sisteme dahil olup siyaset kurumunda bir yerlere gelenler de kültürel asimilasyondan geçirilip, birer

Alman'a

dönüştürülenlerdi.





Maalesef o işi beceremedik, doğru dürüst ilkeli, kalıcı, etkili bir nesil yetiştiremedik dışarıda.



Ulan Almanca Germanca/ Konuşup anlayamadım seni/Boğazımda laflar tıkanır kalır/ Maister başlar dır dır dır

, diyen

Rıza Taner

'in,



Çiftçi dön git sarıl kara sapana/ Yeter köle olduğun Almana

, diyen

Mustafa Çiftçi

'nin,



Aşığın dedikleri/ Doldurduk gedikleri/ Türkleri geri yolluyor/ Hitler'in köpekleri

, diyen

Metin Türköz

'ün bağlamaya sıkışıp kalan isyanını aşamadık gurbette.





Sanayi devrimini

yapan ülkelerin bir işi de ürettikleri çelik halatlarla

Türkiye

'nin elini kolunu bağlamak oldu.



Biz, kahve köşelerinde hükümet kurup hükümet yıkmayla uğraşırken, elâlem kendi topraklarında, kendi kültürel dokusunu koruyarak, onun üzerine bina ettiği kalkınma hamlesini tamamladı ve hatta o sanayi devrimi bile miadını doldurdu, şimdi başka bir evreye geçiş yapmak üzereler.





Sevgili gurbetçi kardeşlerim…


Şimdi söyleyin bana;

16 Nisan

'da, yine

Aysel Şeker

'den,

“Zalım Almanya”

türküsünü dinleyip geçen yıllarımıza mı yanacağız, yoksa

Türkiye

'nin büyük hamlesine omuz verip

“Yeter ulan!”

mı diyeceğiz?



Söyleyin bakalım…


#Sirkeci Garı
#Almanya
#Sanayi devrimi
#PKK
7 yıl önce
“Zalım Almanya”
"Din samimiyettir"
Memurlar köşe yazarlığı yapabilir mi?
Sosyal medya özgürlükçü mü demiştiniz?
Ayasofya nasıl “dinsizleştirilmek” istendi?
6’lı masada 300 bin dolar alan döviz fırsatçısı lider Kılıçdaroğlu mu; para kaynağı yasal mı?