|
İçtihadın kapısı açılabilir mi?

Bilinen bir gerçek var; düşünme ve akletme dinin bize yüklediği temel görevlerden biridir. Mesele, bunun nasıl gerçekleştirileceği meselesidir. Ayrıca bugün akıl deyince anlaşılan şeyin tam olarak Kuranıkerim’de sözü edilen akletme olmadığını da bilmeliyiz.


Akılla zihin ya da zekâ birbirinden farklı şeylerdir. Kesin olan şu ki, din bizim aklımızı kullanmamızı, düşünüp tefekkür etmemizi ister. Tıpkı namaz gibi oruç gibi bu da bir ibadettir. Üstelik bunu sadece belli insanlardan değil, herkesten ister. Evet İslam’da bir ruhban ya da din adamı sınıfı yok. Yani düşünüp aklını kullanma bir farz-ı kifaye değil, farz-ı ayındır. Ne var ki, tabii olarak insanların bazıları bunu kendine yetecek kadar bile yapamazken, bazıları da bütün bir ümmete, hatta insanlığa faydalı olacak kadar işletir. Ve hiç kimse başkasının kendisi adına düşünmesini bekleyemez.

İşte bu düşünüp aklını kullanma belli çerçevede, belli temel bilgilere dayanarak icra edilirse içtihat olmuş olur ve içtihatla ortaya koyulan ürünler önce onu gerçekleştirenin kendisi için, sonra da alternatifi ortaya koyulmadıkça diğer Müslümanlar için dini bir özellik kazanır. ‘
Bilmiyorsanız bildiğiyle yaşayanlara (ehli zikre) sorun
’ emri bunu anlatır. Yani esas olan herkesin bilmesidir, bunu başaramıyorsanız doğruyu bilen ve bildiğini yaşayan âlimlere soracaksınız. Çünkü yaşanmadan hiçbir şey öğrenilmez. İşte biz bu sorulacak âlimlere müçtehit diyoruz. Müçtehit olma hangi özelliklerle başlar, bir insan hangi şartlarla müçtehit olur, meselesi de yine içtihadî bir meseledir. Birisi bunun için iki şartın yeterliği olduğu içtihadına varırken, bir başkası ondan fazla şart sayabilir.

Aslında yukarıda mealini verdiğimiz ayeti kerime müçtehit olabilmenin en temel iki şartına da işaret eder: bilme ve bildiğini yaşıyor olma (ehli zikir budur). Neyi bileceğini Şatıbî şöyle açıklar. Ona göre içtihat edebilmek için şu iki şart yeterlidir, Kuranıkerim’i ve onun yanlışsız açıklaması olan Sünneti kendi dilleriyle çok iyi bilmek ve dinin ne yapmak istediğini, yani makâsıdını kavramış olmak. Onun söyledikleriyle ayetin söyledikleri hemen hemen aynı şeylerdir. Dini anlayıp anlatma hedefi ve imkânı bulunan herkesin müçtehit olmayı arzulaması makbul bir şeydir, ayıp değildir, günah değildir, aksine sevaptır. Ne var ki bunu çok nadir insanlar başarabilir.

Ama Hicrî Üçüncü Asırdan sonra bu kapı kapatılmıştır. İçtihat kapısının kapanmış olduğunu söyleyenlerin bunu söylerken dahi bir çelişki içinde olmaları bir tarafa, haklı gerekçeleri de yok değildir. Çelişkileri şuydu: İçtihat kapısının kapanmış olduğunu Kitap ya da Sünnet söylemiyorsa o zaman bu iddia ya sıradan bir sözdür, ya da bir içtihattır. Sıradan bir söz ise kimseyi bağlamaz, içtihat ise bu söylenirken dahi içtihat halen devam ediyor demektir. Hatta bir başkası da aksine bir içtihat ortaya koyabilir. İşte çelişki buradadır.

Böyle bir çıkışın haklı gerekçeleri ise şuydu: Zaman zaman yönetimler bazı âlimleri kendi yaptıklarını meşru gösteren fetvalar vermeye zorluyorlardı. Âlimlerin bazıları bu talebi, benim içtihadımdır diyerek yerine getirebiliyordu. Buna karşılık gayreti diniyye sahibi âlimler, böylelerinin müçtehit olmadıklarını, çünkü onlarda ilk müçtehitlerde bulunan özelliklerin bulunmadığını, aslında öncekilerin her meseleyi hallettiklerini ve artık içtihada gerek kalmadığını, dolayısıyla bu kapının kapandığını söyleyerek bu yanlış görüşlere itibar edilmemesini sağlamaya çalışıyorlardı, niyetleri iyi idi.

Yani Müslümanların gerileme sebebi felsefeye karşı çıkmaları değil, onun fonksiyonunu görmesi gereken içtihadın kapısının kapanmasıdır. Gazali gibilerce felsefenin reddedilmesi felsefe yapmaya engel olamazdı, yapabilen yine yapardı. Ama içtihat kapısının kapanması dini bir hüküm olarak vazedildiği için felsefenin işlevini görecek olan içtihadı ve tefakkuhu öldürdü. İşte esas problem de buradan başladı. Kısaca Müslümanların gerilemelerinin önemli sebeplerinden biri, akletme, tefakkuh ve tefekküre dayalı içtihat kapısının kapanmasıdır.

Bizim öğrencilik yıllarımızda bazı fırkalar içtihattan söz eden hocaları mezhepsiz ilan edip susturmaya çalışırlardı. İlginç olan şu idi ki, bu fırkalar problemlerini kendi içtihatlarıyla halletmekten de geri kalmazlardı. Ama bunun adı içtihat değil ideolojidir. Ve bu yaptıkları içtihat kapısının kapandığını ilk söyleyenlerin aksine bir durumdur. İlk yapanlar bunu mevcudu muhafaza etmek için yapmışlardı, fırkalar ise o ilk yönetimler gibi kendi söylediklerini meşrulaştırmak, aksi fikirleri ise bastırmak için yaptılar.

İslam’a göre aykırı fikirlerin susturulması mümkün değil, hatta doğru da değildir. Doğru olanın ortaya çıkması, yanlışın savunma şansı bulmasına bağlıdır. Yanlışların tahriki olmadan doğrular yeşerip gelişemez. Samimi müminler bugün bile içlerindeki dini yönelişle kimlere soracaklarını iyi bilirler. Bugün laik bir dine sahip olmak isteyenlerin dışında hiç kimse televizyonlarda ulu orta konuşanlara bir şey sormaz, sormak istemez, sorsa da mutmain olmaz.

#İçtihat
#İslamiyet
7 yıl önce
İçtihadın kapısı açılabilir mi?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler