|
İlim mi irfan mı?

Kavramlarda kavga olmaz diye bir söz vardır. Bunu kavramlar tartışılmaz diye de anlayabiliriz. Eğer bir kelime, bir şahıs ya da zümre tarafından kavramlaştırılmış, ona bir mefhum yüklenmişse ve bu şahıs ya da zümre o kelimeyi kullandığında bu mefhumu kast ediyorsa ona böyle düşünemezsin demenin anlamı olmaz. Düşüncenin doğruluğunu tartışmak ise ayrı bir şey.



Tasavvufta ilmin en yüksek noktası anlamında kullanılan

irfan

da böyle bir kavramdır. Bazıları onunla dini tecrübeden, imanî derinleşmeden hâsıl olan ince anlayışı, şeksiz şüphesiz imanı ve teslimiyeti anlarlar. İlim irfan sahibi dendiğinde, hem ilmi hem de bu ilmi yaşamakla hâsıl olan tecrübesi ve meleke haline gelmiş ahlaki davranışları olan insan anlaşılır.



Marifet

de

irfan

la aynı köktendir, ama bazıları ikisi arasında şöyle farklar görürler. Marifet duyularla bilmedir, irfan ise ruhi bir hissediştir. Marifet daha çok sıradan bir bilgiyi anlatır, internet şebekesinden bile alınabilir, irfan ise ancak ruhun şebekesinden kazanılır. Marifet basarla/gözle de elde edilebilir, irfan ise ancak basiretle kazanılır.



Cemil Meriç isabetle kültürün karşısına irfanı koyar.

Benim anladığıma göre kültür insanoğlunun ekip ürettiği bilginin, topluma mal olup önce yaşama biçimi, sonra görüş ve davranış haline gelmiş olan formudur. Bu özelliğiyle kültür sekülerdir. İrfan ise ferdi ve toplumu, insanın kendisinin ürettiği bilgiden önce vahiy bilgisinin oluşturmasıdır.



Ömer Seyfettin'in öğretmenler odasında öğretmenlere;

arkadaşlar bu millet âlim değildir ama ariftir demesi de bunun gibidir.


Kültür insanın ürettiği bilgiyle oluşursa, irfan da vahiy bilgisiyle oluşur. Yani her ikisinde de bilgi/ilim önceliklidir.



Tasavvuf ehli irfanı gönlün ve kalbin bilgisi olarak düşünüp, zıddının inkâr olduğunu, bu sebeple de, zıddı cehl olan ilimden daha üstün bulunduğunu söyler. “

Müminin ferasetinden korkun, çünkü o baktığında Allah'ın nuruyla bakar

” anlamındaki zayıf bir hadiste ve yine “Kulum bana farzlar kadar başka hiçbir şeyle yaklaşamaz. Sonra nafilelerle yaklaşmayı sürdürür, nihayet ben onu severim,

sevince de onun gören gözü, işiten kulağı

… olurum…” anlamındaki kudsî hasen bir hadiste anlatılan şey marifettir derler.



Buna karşılık günümüzün İbn Rüşt'ü sayılan Cabirî bilgiyi; bürhanî, beyanî ve irfanî diye üçe ayırırken

irfanî bilgi'

yi İslam'a ait bir bilgi türü olarak görmez, onu sınırları belli olmayan, gnostik, batınî, gizemli, kısaca Hermetik bir bilgi olarak İslam'a dışarıdan ithal edildiğini anlatır. Bilindiği gibi islamî ilimlerde esas olan gizemli, esrarlı ve anlaşılmaz olmamaktır.



Ayrıca mantıkçılar marifeti, duyularla algılanan bilgi/mahsusat, ilmi ise akılla elde edilen bilgi/ma'kulat için kullanırlar. Cabirî ise akılla elde edilen bilgiye burhanî bilgi der.



Gazalî (ö. 505/111) İhya'da irfan yerine

ilm-i mükaşefeden

söz eder, Meşarikul-envar adlı kitapçığındaki nurlar teorisi irfanın felsefi bir temellendirmesi gibidir. Ondan kısa bir süre sonra gelen Sühreverdî'nin (ö. 587/1191) İşrak'ı ise, saf tasavvufun masum ve munis bir kavramı olan irfanı tamamen felsefi alana kaydırır. Gazalî'ninkine, felsefe bulandırılmış bir irfan dersek Sühreverdî'ninkine de irfan bulandırılmış bir felsefe diyebiliriz. İbn Arabî'nin (ö. 638/1240) Vahdet-i vücudu da yine ağır felsefe kalıbında bir irfan arayışı sayılabilir. Çok daha sonraları gelen İmam Rabbanî (ö. 1034/1624) ise irfana, zahiri ilimlere karşılık İlm-i batın diyecek ve onu biraz daha saf haline geri getirecektir.



İyi de bütün bunlar, bizim yaşamamız istenen İslam'ın neresinde?



Ya da ilimle irfan aynı şey mi? Bizden hangisi ne ölçüde isteniyor? Hangisi daha önemli ya da üstün? Bu iki bilgi türü karşısında tavrımız ne olmalıdır?



Gelecek yazımızda inşallah.


#İlim
#İrfan
#Marifet
#Tasavvuf
#Cemil Meriç
7 yıl önce
İlim mi irfan mı?
Katar Katar gerilim
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim