|
Bir öykünün izleğinde 1947’ye doğru yol alalım...

Sabahattin Ali'nin “Çirkince” öyküsünü bilir misiniz? Yayım tarihi 1947.



Anlatıcı gece yarısını bir saat gece Alsancak'tan Ankara'ya gidecek olan tren için bir kaç gün önce bilet almıştır. Son günü İzmir'de dolaşmaktansa Selçuk'a gitmeye karar verir.



Selçuk'ta harabeleri dolaşacak, akşamı edecektir. Lakin hayalindeki gibi olmamıştır. Harabelerin daha da harap hale gelişi canını sıkmış, gece yarısına kadar vaktini nasıl geçireceğini bilememenin çaresizliği ile çocukluğunda anne ve kardeşi ile gittiği “Çirkince” köyüne gitmeye karar vermiştir. Çocukluğunun en güzel bir kaç gününün geçtiği bu köy hatıralarında, Rumların şenlikli bir şekilde iş tutuşları pırıl pırıl evleri ile yaşamaya devam etmektedir.



Çirkince'ye gitmek için istasyon şefinden nasıl at bulabileceğini sorar. Şef bu sorudan hiç hoşlanmamıştır. Neyse ki bir kaç sene önce Efes Harabelerinde tanıştığı emekli ilkokul öğretmeni zat kendisini tanır ve damadından onun için at isteyeceğini söyler. Aradığı “Çirkince”yi yerinde bulamayacağını söylemeyi de ihmal etmez.



Anlatıcı, çocukluğunun pırıl pırıl evlerinin olduğu Çirkince'yi hakikaten bakımsız, harabe ve kötü bir halde bulur. Mübadelede Rumlar gitmiş yerine Müslümanlar gelmiştir. Anlatıcı, köyün harabe haline gelmesini Müslümanları kuşatan “kutsal tembellik” ile açıklamaya yatkındır. Ormandan ağaç kesmeye gitmek yerine evlerin kapılarını pencerelerini bile yakmışlar.



Çocukluğunda gelmiş olduğu evin kapısını çalarak içerisini gezmek istediğini söyler. Yaşlı ev sahibi ne göreceksin dercesine gönülsüz kabul eder. Otuz sene önceki güzellikten eser kalmamıştır.



Dolaştığı evin üst katı tam bir harabe halindedir.



“Yukarı kattaki odaların da bütün kapıları, pencereleri sökülmüştü. Henüz döşemelere dokunulmamıştı ama bütün duvarlar, hatta tavanlar bile, sanki kazma vurularak yıkılmış, delinmişti. Yanımdaki ihtiyara şaşkın şaşkın bakarak:



“Ne olmuş buralara?” diye sordum.



“Bizden evvel gelenler para aramışlar… Namussuz gavurların paralarını nereye sakladıkları bilinmez ki...”



Elli sene önce köyde yaşayan tek Müslüman olan Giritli kahveci anlatıcıyı hatırlar. “Hangi hayalin peşine takılarak geldiğini öğrenince” tıpkı anlatıcı gibi derin bir hüzne kapılır: “Sevgili bir ölünün başında bekleşen iki acılı insan gibi, konuşmaktan çekinerek bir saat kadar karşılıklı” otururlar.



Anlatıcı, “bizim elimize geçen her yer böyle mi olacak” diye dertlenirken olan bitenin neden böyle olduğunu Giritli kahveci şöyle anlatır:



“Burası eskiden ne idi, şimdi ne oldu!.. Ama sebebi var. Eskiden burada oturan herkesin kendine göre malı vardı. İncirden, zeytinden ne alırsa burada yer, burada bırakırdı. Bütün bu gördüğün dağların, ovaların nimeti hep burada kalırdı. Şimdi bunların sahibi olan beyler, ne alıyorlarsa başka yere götürüyorlar. Apartman dikiyor, köşk alıyorlar. Otomobillere, karılara yatırıyorlar. İşçilik diye burada bıraktıkları, aldıklarının binde birini tutmaz. Kalanlar da bununla işte bu kadar geçinebilir... O senin bildiğin Çirkince de işte bu hale gelir...Cennet gibi yerler virane oldu diye gavurda keramet, Müslümanda kabahat arama!.. Eskiden buraların sahipleri burada yaşar, burada işlerdi. Sen sahipli memleketi sahipsiz eden beylerin yakasına yapış... Bir daha da öyle demin konuştuğun gibi konuşma... Bizim elimize geçen her yer neden öyle olsun? Burası bizim elimize geçti mi ki? Merak etme milletin eline bir şey geçmedi; ovalar, dağlar üç beş fırsat düşkününün elinde toplandı... İşte o kadar.”



Çirkince'de gördükleri ve Giritli kahveciden duydukları ile anlatıcının kafasının içi boşalmıştır adeta: “Hayatımda kafamın içini bu derece bomboş bulduğum bir an yoktur.”



Gecenin bir vakti Selçuk'a vardığında kendisine at temin etmiş olan emekli ilkokul öğretmenini bastonuna dayanmış bir şekilde uyuklar bulur anlatıcı.



Yaşlı adam ayrılmadan önce son bir izahta bulunur:



“Müsaade buyurursanız” dedi “zatıalinizi haddim olmayarak bir hususta tenvir edeyim. Teşrif buyurduğunuz köye hala Çirkince diyorsunuz. Halbuki orası artık Çirkince tesmiye edilmiyor. Kaza kaymakamı ile parti erkanı, devr-i cumhuriyette böyle güzel vatan köşesinin adını Çirkince olarak bırakmayı muvafık bulmadılar. Dahiliye Vekaleti'ne müracaat ederek değiştirdiler. Şimdi oranın ismi Şirince'dir... Ya... Şirince...”



Şimdi diyorsun ki ey gözleri mahmur okuyucu, sen bize bu öyküyü niye hatırlattın?


#Sabahattin Ali
#Alsancak
#Efes Harabeleri
7 yıl önce
Bir öykünün izleğinde 1947’ye doğru yol alalım...
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı