|
Çöplerimiz hem geçmişimize hem geleceğimize ayna...
I-
Hatıraların mahzenine daldığımda ilk komşu kavgasının çöp yüzünden olduğunu hatırlıyorum. Rahmetli büyükbabam çöpünü kova ile kapının dışına üstü açık bir şekilde bırakan karşı komşumuza çok kızardı. Çöp kovasının başında eyleşen kara sineklerin büyüklüğü insanı katil edecek ebatlardaydı çünkü.


Karpuz kabuklarını öylece çöp kovasının içine bırakan karşı komşumuz şehirli, biz “köylü” idik. Çöp yüzünden çıkan tartışmada bigudili başı ile bakkala ve manava gitmekte sakınca görmeyen “şehirli” komşumuz bize “pis köylüler” diye hakaret ettikten sonra kapıyı yüzümüze çarpıp içeri girmişti.



“Pis köylüler” olarak bizim çöpümüz pek azdı. Rahmetli büyükannem yazın karpuz kavun kabuklarını kapımıza süt getiren sütçü için ince ince doğranmış olarak hazır ederdi. Kışın narenciye kabukları; kurdun, kuşun hakkı var diye sobanın üzerinde yakılırdı. Ümmî insanların hayat tasavvuru bizimkinden çok başka. Sobanın üzerinde yanan kabuklar bacadan çıkan dumanı hoş hale getirecek ve kurtlar, kuşlar da bu kokudan nasibini alacak. (Büyükannem ölünceye kadar mandalina, limon kabuklarını sabanın üzerinde kurdun kuşun hakkı için yakmaya devam etti.)



O yıllarda ekmeğin, yemeğin artığı olmaz, ambalajlı ürünün satın alınması ise mümkün değildi. Evimize her şey çuval (patates, bakliyat, şeker, un, ceviz vs.) ya da teneke ile (pekmez, yağ vs.) girerdi. Herkesin cebinde filesi olurdu. Fileden düşecek olan ürünler kese kağıdına konulur, kese kağıtlarının düzgün olanları bakkala ya da kapının önünden geçen “eskici”ye satılırdı. Okunmuş gazeteleri ise ocakta kaynatarak yaptığımız tutkallar ile bakkal için bizzat biz kese kağıdı haline getirirdik. Küçük çocuklar paket yapma işine “şeytan külahı” ile başlar, sonra kese kağıdı ustası olurdu.



“Film artistleri” gibi giyinen karşı komşumuzun bize “pis köylüler” demesini çocuk yaşımda çöp kovasını düzenli olarak dolduramayışımıza vermiş, İstanbullu olmak ile insanın çok çöpünün olması arasında ihtimal çok erken, çok dolaylı bir bağlantı kurmuş, yeterince İstanbullu olamayışımızdan utanmıştım.



Çöp ile başlayan bütün kelimeleri peşine bir hikaye takıp getirecek kadar zengin bir hatıra albümüm varsa, çocukluğumda saklı bu hikaye yüzündendir.



Hayatımda ilk ve belki de tek eylemim “çöpçünün oğlu” içindi.



Biz ona çöpçü demezdik. O sıra arkadaşım Seyit'in babası idi ve Seyit bizim sınıfın en muteber en saygın öğrencisi idi. “Bir of çekse karşıki dağlar yıkılır”dı. Kiziroğlu Mustafa Bey'i söylese bütün sınıf “ağam kim paşam kim hey hey” diye bağırırdık. Seyit'in babası belediyede temizlik işçisi idi ve dünyaya adalet ve merhametle bakan öğretmenimiz bize alnının terini yiyen herkese saygı duymayı, ama en çok da kirimizi temizleyenlere sayı duymayı öğretmişti. Londra Asfaltı'nın kıyısındaki okula vasıl olmak için akışı hiç durmayan trafiğin içinde karşıdan karşıya geçmek zorundaydık. Seyit'in kardeşi bir gün o trafiği yarıp geçemedi. Minik bedeni arabaların altında kalınca alt geçit isteriz diye eylem yaptık. Biz olanca gücümüzle eylem yaparken okulumuzdaki öğretmenlerden biri “çöpçünün oğlu” için bu kadar patırtı koparmaya ne gerek var dedi.



“Çöpçünün oğlu”...



Empati yoksunluğunun psikolojik bir hastalık belirtisi olduğunu bilmiyordum.



II-


Rasim Özdenören'in “Çöplükte Duran Cesetler” isimli öyküsünü bilir misiniz? Öykünün anlatıcısı çöpte gördüğü cesetlerden tedirgin oluyor. Anlatıcının tedirginliğinden bizim hanemize düşen endişe şu: Öyle bir zaman gelecek ve çöpte ceset görmekten şaşırmayacak mıyız?



Şaşırmak için çöpte ceset bulmaya gerek var mı? Ecdat mezarından kalkıp bir kaç saatliğine çöp konteynırlarına şöyle bir baksa şaşkınlıktan deliye dönerdi. Ne ki biz artık en olmadık şeyleri çöplerde görüyoruz ve şaşırmıyoruz. Attığımız çöplerden ailesine nafaka arayanları -ki burada atıkları satarak paraya dönüştürenleri değil, çöpten yiyecek toplayarak bununla karnını doyuranları kastediyorum- görselerdi, müminler nereye gitmiş diye düşünürdü.



III-


Bizi, “nimet”e emek verenler büyüttü. Yolda gördüğü bir başak tanesini yerden alanların yetiştirdiği bir nesiliz biz.



Biz, çocuklarımıza nimete şükür bahsinde ne öğretiyoruz?



Bizim cümle olarak söylediğimiz lakin hayatımızda uygulamadığımız bütün değerli şeyler, “kullan at” kültürünün enkazı içinde yok olup gidiyor.



Çocukluğumda köylerde çöpe rastlamak mümkün değildi. Pişmiş ya da çiğ bir nimeti yerde görmek mümkün değildi. Buğdayını kendi yetiştiren, eliyle değirmene götüren, değirmenden gelen unu ekmek edip mahalle fırınında pişiren kadınlar için ekmek bereketti ve bir lokmasını ziyan etmenin bütün evin bedini bereketini götüreceğine inanırlardı.



Nerden nereye geldik sorusuna cevaptır: Artık köylerin çöpünden de ekmekler çıkıyor.



IV-


Geçmişimizi, geleceğimizi çöpleştirmeden kentlileşmenin yolunu bulabilmeliyiz. Bulmak için aramak lazım. Hadi itiraf edelim çöp meselesi ne kadar gündemimizde?



Gündemimizde değil, çünkü çöplerimiz düzenli olarak kapımızın önünden alınıyor. Çöpümüzle fazla yüzleşmeden kurtuluyoruz onlardan.



Nurettin Sözen'in Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde (1989-1994) İstanbul'un çöp dağları ile kuşatılmasından, 1993 Ümraniye Çöplüğü'nün patlamasından bu yana, kurumsal olarak pek çok ilerleme kaydedildi.



Genç nesiller sokaklarda nehir gibi akan çöplerden kurtulmak için ahalinin çöpleri yakmaya kalkması sonucunda İstanbul'da bir günde 35 yangın çıktığını bilmez.



Artık çöplerimizi kapımızın önünde yakmak zorunda kalmıyoruz, büyükşehir belediyeleri çöpü değerlendirmek konusunda her geçen gün yeni bir atılım gerçekleştiriyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin verimli çöp politikaları yakından takip ediliyor.



Peki bireyler olarak bizler ne yapıyoruz? Nasıl olsa geri dönüşüme gidiyor diyerek olabildiğince hızlı tüketmeye devam mı edeceğiz? “Kullan at” kültürüne bütün kalbimizle teslim mi olacağız!



Çöp bahsini bireyler olarak alnımızın akıyla geçebilmemiz için birinci basamak nimete şükür bahsi. Şükrün kapısı, sahip olunan nimeti zaruret miktarı harcamakla açılır. Nimeti israf etmeden, eşyayı incitmeden kullanabilmeliyiz. Unutmayalım ki ninelerimiz, kullandığı eşyaya isim verecek kadar benimserdi. Tüketim toplumunun çocukları evcilik oynadıkları bebeklerini bile çöpe atarak yenisi için yer açıyor.



Velhasıl nerden nereye geldik bahsi için çöplerimiz muazzam bir kristal ayna hükmünde. Nihayet Dergi'nin Ekim sayısı “Dünyanı ve Ahiretini Çöpe Atma” başlığı ile çıktı. Ekim ayı bitmeden ne yapıp edip bu sayıyı alın. İnce ince okuyun. Şikayet ettiğimiz pek çok konunun temeli eşyaya bakışımızın değişmesine dayanıyor.(Dergiyi pahalı bulduğu için takip edemediğini söyleyen gençlere kitap fuarlarını takip etmelerini tavsiye edeceğim. Ayrıca pek çok şehirde Nihayet Dergi okuma grupları oldu. Her ay bir tane alınıyor ve haftanın bir günü Nihayet okuması yapılarak dergi tamamlanıyor.)


#İstanbul
#Çöpçüler
#Nurettin Sözen
7 yıl önce
Çöplerimiz hem geçmişimize hem geleceğimize ayna...
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset