|
"Gül alırlar gül satarlar/Gülden terazi tutarlar"

Tezgahın başında 65-70 yaşlarında bir adam 55-60 yaşlarında bir kadın vardı. Adamın sakalları, kadının başındaki yazması, bembeyazdı. Yüzlerindeki buruk tebessüm başında bekleştikleri tezgaha nanca uygundu. Tezgahta kocaman beyaz bir çuvalın içinde pembe gül yaprakları durmaktaydı. Bu iki yaşlı güzel insan gül alıp gül satmadaydı. Satışları güldendi. Tebessümleri gülden. Sükutları gülden. Selamları gülden.

Pazarda tek tük alıcılar vardı. Bostancı halkı yarı baygın uykunun kollarından kendini çekip çıkarmada biraz tembeldi. Fakat yine de gül satan iki ihtiyarın; ebegümeci ısırgan satan gelin kaynananın; kuşburnu, mısır unu, köy yumurtası satan laz Emine teyzenin başı kalabalıktı. Çünkü onların alıcısı gözüne uyku girmeyen dertliler, hasta sahipleri olurdu. Birkaç kök ısırgan bitmeden yetişebilmek için daha pazarcılar tezgahını açmadan pazara koşarlardı. Bildikleri bilmedikleri her otun şifasını sorarlardı satıcılara. Pazara yeni çıkmış satıcı kadınlar bu sorgu sual faslından hazzetmez "Ne bileyim hanım Lokman Hekim değilim" diye cevap verirdi. Birkaç hafta geçtikten sonra işin püf noktasını kavrar gelin-kaynanın yaptığı gibi "Çörek otu niyetine kırk derde deva hanım" diye cevap vermeyi öğrenirlerdi.

Bu sabah köylüler pazarını insanın yüreğini titreten bir akordeon sesi eşlik etmekteydi. Akordeon sesini, önce beni haftalarca, haftalarca ne ki aylarca meşgul etmiş olun "Mihriban" türküsünü söyleyen amâ sanatçılarla alakalı olarak algıladım. Hayır sese doğru yönelmedim. Tam orda taze nane satan yaşlı bir adam vardı. Onun tezgahına doğru gidiyordum. Hayır sese doğru yönelmedim. Kendi asmasının yaprağını satan bir ihtiyar nine vardı onu aramaktaydım. Sese gittikçe yaklaşıyordum. Ama hayır ben akordeonun peşinde değildim. Tam şuralarda bir yerde hodan satan bir kadın olurdu. Onun yanında hem patik örüp hem satan Bulgar göçmeni teyze. Niyetim hepsine bir pazarola demekti. Hiçbirini görmedim. 14-15 yaşlarındaki esmer erkek çocuğunu, kucağında büküm büküm bükülen akordionu, yanındaki 10-12 yaşlarındaki iki örgülü kız çocuğunu ve elindeki seramik fincanı gördüm. İçinde sadece yüz lira olan seramik fincanı. Paramı hazırlayıp yavaşça "Şeyh Şamil''i çalar mısın?" dedim. Cevabı "Kosova" oldu akordeonlu çocuğun. "Siz Kosova''dan mı geldiniz?" dedim. Başını salladı.

"Kosova''dan gelmişler Kosova''dan" diye haberi bütün pazara yayma gayretini gösterdi gül satan dede. Sakalını sıvazlayıp bir o yana bir bu yana koşuyordu. "Komşum yardım" diyordu acele acele yanındakilere. Komşum yardım. Pazarcılar henüz siftah etmişler ya da etmemişlerdi. Kimi usulca koydu parasını seramik bardağın içine. Kimisi para koymakla yetinmedi, çocukların saçını başını okşadı canı gönülden. "Kosova''dan gelmişler ya" dediler tekrar tekrar gözlerindeki buğuyu yavaşça silerken. Kosova''dan gelmişler. Gül satan nine tezgahın altından yavaşça bir kavonoz çıkardı. "Açtır çocuklar" deyip limoncu çocuğu taze ekmek alsın diye fırına gönderdi bir koşu. Gül satan gül tebessümlü nineye öteki kadınlar katıldılar tez elden. Kimi peynir çıkardı çantasından, kimi kurabiye. İki çocuk önlerine konan yiyeceklere şaşkın şaşkın baktı. Çocukları iyice şaşırmışken pembe yanaklı yaşlı peynirci kadın "Biriniz bin olsun" diyerek cüzdanındaki bütün parayı seramik bardağın içine koyuverdi.

Akordeon çalan çocuk önce Allah''a, sonra gül satan dedeye, peynir satan yaşlı nineye emanet. Onların engin gönüllerine emanet. Akşam oldu. Oktar Babuna için zenginlerden yardım istendi tv ekranlarından. Oktar Babuna ve bütün lösemililer için. Sakıp Sabancı''nın adı geçti bir ara. Arka arkaya dizdiği arabalarıyla "trafikçilik" oynayan çocuk birden bıraktı oyununu. "Neden Microsoft Word"ün yaratıcısından yardım istemiyorlar ki! O daha zengin" dedi. Annesi çocuğun söylediklerinden hiçbir şey anlamadı. Çocuk annesinin boş boş bakan gözlerinden cevap ümidini keserek, kendi sorduğu soruyu yine kendisi cevapladı. "Çünkü o Amerikalı" dedi. "Hem zaten tedavi parasını isteyenler de Amerikalı" diye devam etti bütün olan biteni daha mantıklı hale getirmek için. İşte o zaman annesi gül satan ihtiyarları, akordeon çalan çocuğu, ağlayarak cüzdanındaki bütün parayı veren peynirci kadını anlattı. "Cömertlik başka, zenginlik başka" dedi. Çocuk annesini anladığını ispat etmek için sordu yeniden "Dünyanın en cömert on insanı içine o gül satan dede girer mi? Peynirci teyze girer mi? Mikrosoft Word''ün yaratıcısı (her defasında uzun uzun bu tanımı tekrarlıyordu) dünyanın en zengin on insanı içinde sen biliyor musun?"


25 yıl önce
"Gül alırlar gül satarlar/Gülden terazi tutarlar"
Mehdi gelmiştir, emin olabilirsiniz
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim