|
Kadın meselesini kadın bakış açısının dışında düşünememek

Ayşe Böhürler’in uzun bir süreden beri İslam ülkelerindeki kadınlar üzerine hazırladığı çalışmanın bir bölümü geçtiğimiz günlerde Zaman gazetesinde yayınlandı. Yayınlanan röportajlarda önemli bilgiler vardı. Fakat benim esas dikkat çekmek istediğim husus İslam ülkelerinde kadın üzerine konuşmak söz konusu olduğunda etrafımızdaki barikatları aşamamız. Bu barikatlar her türlü bilimsel toplantıda karşımıza çıkıyor. Sorun şu ki bu barikatları aşmak için çaba da sarf etmiyoruz. İki keskin tutumun baskısı altındayız. Bir tarafta her türlü meseleyi kadın bakış açısından değerlendirenler var: Bunlar İslam’ın kadınları ne kadar ezdiği ya da İslam’ın kadınları ezmediği ama dini yorumlayanlar erkekler olduğu için dinin kadınlar tarafından da yorumlanması gerektiği üzerinden yol alıyor. Batılı beyaz kadının sorunlarının dışında bir sorun tanımayarak ilerlenen yol bu. Nedir batılı beyaz kadının sorunları: İki ana damardan ilerleyen sorunlar bunlar. Ekonomik özgürlük ve cinsel özgürlük. İslam ülkelerindeki kadınlar problem alanlarını bu damarlar üzerine oturttuğunda kısa bir süre içinde bütün dünya tarafından tanınan, muhatap kabul edilen uluslararası toplantılara çağrılan çeşitli fonlardan ekonomik yardım alan “özne”ler oluyorlar.

Peki hal böyle diyerek ekonomik sorunları görmemezlikten mi gelmemiz gerekiyor? Toplumdaki yozlaşmaya paralel olarak kadınların ekonomik özgürlüğü ciddi bir sorun haline geliyor. Batılı hayat tarzı ile karşılaşmanın en yakıcı safhası olan 19. yüzyılın sonlarında da ekonomik özgürlük ciddi bir mesele olarak karşımıza çıkar. O dönemde Osmanlı kadınları eşlerini, oğullarını, evlenecekleri gençleri ard arda gelen savaşlarda yitirmişti. Elinde mesleği olmayan şehirli kadınlar ya dilenci oluyordu ya da kötü yola düşüyordu. O dönemin romanlarına bakıldığında kadınların meslek sahibi olmasının ne kadar özendirildiği dikkat çeker. Olağanüstü zor şartlarda kızlar okuyup öğretmen çıkacaklardır. Böylece hem kendilerini hem de cemiyeti düşmekten kurtaracaklardır. Mesela Fatma Aliye Hanım’ın Refet adlı romanı kendisine düşen miras verilmediği için mağdur olan bir kadının kızını okutmak için katlandığı sıkıntıları anlatır. Açlıktan ölmek, soğuktan donmak pahasına namuslarıyla yaşamaya çalışmışlar, bu esnada zengin akrabalarının değil fakir komşularının desteğiyle hayata tutunarak Refet muallime olmuştur nihayet.

Yüzyıl sonra kadınlar aynı coğrafyada ekonomik sıkıntılar içinde boğuşmaya devam ediyor. Genç erkekler evlenmek için maaşı olan genç kızları seçerken orta kuşak ve yukarısı bu durumdan haberdar bile olmadığı için özellikle tesettürlü kızların çalışmasını “garip” karşılıyor.

İkinci gruptakiler ise kadın meselesi diye bir mesele olmadığını söyleyerek donmuş bir tarih ve zaman üzerinden “yeni dünyaya” dahil olmaya çalışıyorlar.

Birinciler her şeyi “kadın bakış açısı” içine hapsederek feminizmin düşünce mirasına ortak olmaya ve kültürel Müslüman olarak bu mirasa eklemlenmeye çalışırken ikinciler sadece şekli koruyarak belli ritüelleri devam ettirerek “Biz” kalınacağı yanılgısını yaşıyor. Biriciler hakkında herkes aşağı yukarı fikir sahibi. Ya ikinci gruptakiler? Son derece özveri ile çalışıyorlar. İman ehli olmaya çok önem veriyorlar. Hafız kızlar yetiştiriyorlar. Ama o kızlar hayatın içine karışıp kendilerinde birikmiş olan bilgiye iltifat etmeyen dünya ile karşılaştığında sorunlar başlıyor. Ekonomik gelir seviyesi yüksek olan ve nezaket üzere terbiyeyi ilke edinmiş cemaatlerde fazla sorun olmuyor belki ama; cemaat olmayı üye kabulu olarak anlayan ve eğitimden ziyade çoğalmayı ilke edinen cemaatlerde giyim-kuşamda “son derece takvalı” kadınların zihniyet kodları açığa çıktığında seküler zihniyetli bir kadında bile rastlanmayacak “ultra modern” davranışlara rastlamak söz konusu oluyor.

Cuma toplantısını sabah programının saatine göre ayarlayan, Mushaf’ını açarken bile “Aydın ne dediydi” diye soran kadınlar ihvan aynı zamanda. Şeyhleri onlara derviş payesini veriyor ve onlar da “herkesten daha dindar olmanın farkına” güvenip, şişkin bir enaniyet ile toplumun başka açıdan yozlaşmasına katkıda bulunuyor.

Ya da tam tersi durumlar söz konusu. Aile kızını olağanüstü bir gayretle yetiştiriyor. Genç kız hem hafız hem de klasik sanatlarda (tezhip -hat) istidat gösteriyor. Babası sabırlı bir hanım olması için ney üflemesi üzerinde bilhassa duruyor. Genç kız hocalarını şaşırtacak bir mesafe kaydediyor. Zarif, bilgili, kültürlü. Ama hiçbir film artistine benzemiyor. Ne boylu poslu, ne renkli gözleri var. Televole kültüründen beslenmemiş bir delikanlı için pek çok güzelliği var elbet. Ama televole kültüründen beslenmemiş erkekler nerede!!! Mesela, şeyhinin tavsiyesiyle son derece donanımlı bilgili, nazik, sanat erbabı genç kız evlendiriliyor. Yakışıklı, ihtisasını yurt dışında yapmış, iyi geliri olan bir delikanlıyla. Dışarıdan her şey güzel gibi gözüküyor. Öyle mi? Hayır. Çünkü genç kızın yıllardır biriktirdiği hiçbir şeyin kıymeti yok damadın gözünde. Bir aylık evliyken kendisine lens parası veriyor. Sibel Can’a benzemesi için.

Şunu söylemeye çalışıyorum: Batılı beyaz kadının sorunları üzerinden yol almamak için, bizim önce değişen hayat tarzı üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor.

Hayat tarzının ne kadar değiştiğini herkes bildiğini sanıyor. Teslim olmak ile bilmek arasındaki mesafe o kadar fazla ki ahali elbette bilmeyi değil teslim olmayı seçiyor. Üstelik teslim olduğunu kabul etmeyerek.

18 yıl önce
Kadın meselesini kadın bakış açısının dışında düşünememek
İslam hukukunda şirket çeşitleri
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir