|
Oh nihayet yaz bitti!

Yaz ne zaman biter? Okulların açılmasıyla. İstanbul''un yazı bitti. Yirmi dakikada karşıya geçilen bomboş yollar çocukluk hülyaları kadar uzak şimdi. Gidenler yaz yorgunu, oruç sarhoşu olarak geri geldi.

Geçen gün bir grup gençle konuşurken konu “gidenler”in mi kalanların mı daha çok /daha iyi kitap okuduğu meselesine geldi. Ve her zaman olduğu gibi görüşler popüler kültür kodları üzerinden temellendirilmeye çalışıldı. Velhasıl konu döndü dolaştı ekran üzerinden başlatılan kitap okuma/okutma kampanyasına geldi.

Ekran aracılığı ile “herkes”i kitap okumaya çağıran kampanyanın sinematografik özelliklerini anlattılar bir müddet. Dünyanın çıtının bile çıkmayacağı mutlak sessizliğe ve bu sessizlikte kitap okumaya çağırıyormuş küçük film.

Kitap mutlak bir sessizlikte mi okunur yoksa her yerde mi? Mutlak bir sessizliği bulmak için mi uğraşmalıyız yoksa kulaklarımızı terbiye ederek kendimize her yerde kitap okuma imkanı mı sunmalıyız.

Kitap okumak için sessizlik diyenlerle, kaos diyenler uzun bir süre tartıştılar. Bazıları hayatının en derin okumalarını Ramazan boyunca yaptığını anlattı. Hatim indirirken bütün kitaplara hatim terbiyesi ile yaklaştığını dillendirenler oldu.

Okumanın zamanı ve kalitesi konusunda sevdikleri yazarları yardıma çağıranlar da oldu. Bir sonbahar ikindisine Türk edebiyatının gelmiş geçmiş bütün yazarları konuk oldu neredeyse. Baktılar ben sakin sakin onları dinliyorum. İlle de sizin fikriniz dediler.

Onlara vermiş olduğum cevabı paylaşayım en iyisi.

II

Reklam kampanyası bizi farkında olmadığımız bir gerçek ile karşılaştırıyor belki de diye düşündüm. Kendimden yola çıkarak vardım bu noktaya. Yazmak ve okumak söz konusu olduğunda benim bütün titizliğim okuma sırasında ortaya çıkar. Bilgisayarın başına oturduğumda ya da elimde kalem masanın başında beklerken bana sorulan sorulara, dış ortamdan gelen gürültüye hiç aldırmam. Yazamıyorsam bunun sebebi asla gürültü ya da benim dikkatimin dağılması değildir. Yazamıyorsam demek ki yazacak kadar dolmamışım henüz diye düşünürüm. Yazmak konusunda bu kadar uyumlu olan ben okumak söz konusu olduğunda tam bir huysuz kesilirim.

Gece değil gündüz çalışan biri olarak yekpare zamanı asla bulamamam ile ilgili belki de bütün bunlar. Kesintisiz bir saatimin bile olmadığını söylesem ne demek istediğimi anlatabilirim sanıyorum.

Geçenlerde eşi akademisyen olan bir hanım ile konuşuyorduk. “Hoca” dedi “mutlak sessizlik ister. Yazı yazacağı zaman evin süpürülmesini bile istemez.”

Bir tarafta evin süpürülmesini bile istemeyen “erkek konforu” diğer tarafta benim gibi her işini kendi yapmak zorunda olduğu için iki süpürge bir yemek arası yazı yazmaya çalışanlar var.

Çamaşır asarak, yemek yaparak, evi süpürerek, market alışverişi yaparak, gelen telefonlara cevap vererek yazı yazıyorum. Daha doğrusu bütün bu işleri yaparken yazacağım yazıyı önce mecburen zihnimden yazıyor, sonra bilgisayarın başına oturmaya fırsat bulduğum ilk zamanda zihnimdeki metni bilgisayar aracılığı ile temize geçiyorum.

Ben dediğime bakmayın. Hayat şartları aynı olan bütün yazar kadınların aşağı yukarı böyle çalıştığını biliyorum. Hayat şartları derken neyi kast ediyorum? Günde on altı saat çalıştığı halde üç kuruş para kazanamayan bütün yazar kadınları kast ediyorum. Yazdığım yazılardan elde ettiğim gelir yekpare bir zamanı satın almama yetmiyor. Dolayısıyla hem hizmetçi, hem aşçı, hem alış veriş sorumlusu, hem yazar, hem gazeteci, hem anne olarak çalışınca. Her günün akşamı okunacak metinleri okuyamamanın getirdiği hayal kırıklığının egemenliğinde ertesi güne geçiyorum.

Yani her yerde yazan bendeniz, okumak söz konusu olduğunda tıpkı o kampanyada olduğu gibi mutlak bir sessizlik değil ama mutlak bir dokunulmazlık istiyorum. Sadece bir saat telefon çalmasın, kapı çalmasın, kimse benden bir şey istemesin. Sadece bir saat bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum?

Bunu yapabildiğim tek zamanın sadece deniz otobüsünde yolculuk yaptığım zamanlar olduğunu söyleyeyim de siz anlayın artık ne kadar zor bir şey istediğimi.

Ve evet bir de Ramazan var. Gece ile gündüzün yerini eşyaların yerini değiştirircesine kolay değiştirme hakkı kazandığımız. On bir ay da bu kadar hür değiştirebilseydik gece ile gündüzün yerini. Daha doğrusu geceyi istediğimiz gibi ihya etme hakkını sahip olabilseydik…

Ramazan boyunca yaptığımız bütün ibadetlerle zamanı nasıl genişleteceğimiz öğretiliyor bize. Amellerin ruhu olan “ikna pedagojisi”ni zaman ve mekanın birbirinin içinden geçen ilmeklerinde idrak ediyoruz.

İmsak ile iftar vakti arasında arayan gönüller için ne engin bir coğrafya ne engin bir zaman var. Yemek yemeyince insanın ne çok vakti oluyor.

III

Bayram sonu bizi bekleyen en büyük dert gece ile gündüzü eski yerlerine göndermek olacak.

Bayram telaşını atlatamadan çocukları okula göndermenin derdiyle dertleneceğiz .

Sonra biz hanımlar bir ay boyunca bayram yapacağız. Evet kadınların bayramı kırk gündür. Şu okul telaşını bir atalım. Sonbaharın en güzel resimleri sokaklarda, gecikmiş bayram tebriklerinde bizi bekliyor.

Yaz nihayet bitiyor. Yazın bitmesi ne yalan söyleyeyim beni ziyadesiyle sevindiriyor. Bir yaz daha geçti hayırlısıyla diyerek hamd ü senalar ediyorum.

15 yıl önce
Oh nihayet yaz bitti!
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak