|
Temmuz Direnişi, ‘mahalle baskısı’ üzerinden okunabilir miydi?

Üniversiteye giriş imtihanının 2. basamağının sonuçları açıklandı. Sonuçlar açıklanmadan önce vakıf üniversiteleri ve özel üniversiteler imaj yarışına girdi.



Bu yarışta ilk dikkatimi çeken slogan, “Mezun olunca anlarsın” sloganı oldu.



Bezmi Alem Üniversitesi'nin daha sonra gazetemizin internet sitesinde de göreceğim reklamını, ilkin trafikte bir binanın duvarına asılmış dev bir afişte gördüm: Lekeli bir akciğer fotoğrafı vardı, yanında da “mezun olunca anlarsın” ibaresi.



Adayları bilmem ama bendenizin zihnine görür görmez yerleşti.



Mezun olunca anlıyor muyuz sahiden?



Ne felsefe bölümünü bitirdiğimde, ne yüksek lisansımı tamamladığımda, ne de doktoramı verdiğimde kendimi hiç “mezun” hissetmedim/hissedemedim.



Her kelimenin bir hikayesi yoktur elbet. Öylesine öğreniriz. Öğrendiğimizin farkında olmadan öğreniriz. Ama bazı kelimeler, bazı kavramlar bir hikaye ile gelir yerleşir zihnimize.



Mezun kelimesi benim için öyledir.



İskender Paşa Cemaati'nden bir hanıma, doktora dersi alırken vereceğim bir seminer dolayımından, sorular sormuştum. Hanımefendi sorulara cevap vermek yerine "Biz o konuda mezun değiliz" demişti.



İlk o zaman mezun olmak kelimesinin anlamını düşünmeye başladım.



İnsan ne zaman, neden mezun olur?



Hayatım boyunca hiçbir konuda “mezun” olmayacağımı/olamayacağımı anladığımda galiba kırk yaşındaydım.



İnsan bu hayatta ancak talebe olabiliyor, mezun olamıyor.



Talep etmek bizim elimizde, lakin mezun olmak bizim elimizde değil.



“Mezun olunca anlarsın” daveti, günümüzün gençlerine nasıl gelmiştir bilmiyorum. Bizim kuşağa iyi gelmezdi o yaşlarda. Çünkü bize durmadan “büyüyünce anlarsın” derlerdi, “anne olunca anlarsın”, “benim yaşıma gelince anlarsın”, “başına gelince anlarsın”.



Sosyal bilimler söz konusu olduğunda kolayına “mezun” olunamıyor, kolayına anlaşılamıyor olan biten.



Hayat hiçbir zaman lekeli bir akciğer filmine bakmaya benzemiyor.



Çünkü hayat durmadan ve dumanlı bir gidişin içinde hızla değişiyor. Sosyal teoriler hayatın çok uzağına düşüyor.



Sosyal bilimciler için mezun olur olmaz, hayat üzerine çok bilmiş cümleler kurmak cehaletlerini gösterir.



Fen bilimlerinde öğrenciler mezun olduklarında “anlayacak” kıvama gelememişse yanlış teşhislerle insanların hayatını karartır.



Doktorların, mühendislerin, mimarların “mezun” olduklarında gerçekten “anlamaları” çok mühim.



Sosyal bilim okuyanların ise okulda öğrendiklerini hayatın içinde arayıp bulmaları, kitabi bilgiler ile hayatı bilgileri eşleştirmeleri gerekiyor.



Şunu kabul edelim, fen bilimlerinde dünya çapında bilim insanlarımız var. Nobel Kimya Ödülü alan Aziz Sancar başta olmak üzere pek çok bilim insanımız, özellikle doktorlarımız var.Akdeniz Üniversitesi organ naklindeki başarıları ile dünya çapında tanınıyor. Ülkemizde sağlık turizmi her geçen gün gelişiyor.



Ama, lakin, fakat... Dünya çapında sosyal bilimcilerimiz yok. En meşhurları Prof. Dr. Şerif Mardin ve Prof. Dr. Nilüfer Göle. Onların adları da bir kuram ile eşleşmiş değil. Onların Türkiye'yi ne kadar tanıdıkları, Türkiye toplumu üzerine hangi kavramları inşa ettiklerini hatırlıyorsunuz: “Mahalle baskısı”, “melez desenler”.



Soru şu: “Temmuz Direnişi”, “mahalle baskısı” ve “melez desenler üzerinden okunabilir mi/ydi?



Ya da şöyle söyleyeyim, darbe olduğunda milli bir duruş sergileyen muhalefet partileri Türkiye'de muhalefetin varlığını dolu dolu ispat ederken; söz konusu gelişen dünyaya ayak uydurmak olduğunda neden bocalıyorlar?



Neden iktidara karşı analitik, eleştirel bir dil inşa edemiyorlar? Çünkü onlara yol haritası sunacak sosyal bilimcilerimiz yok. Daha sonra CHP milletvekili olan Prof.Dr. Binnaz Toprak neden kimlikçi yaklaşımların tuzağından kendini kurtaramadı ve “endişeli modern” olmanın bir adım ötesine geçemedi?



Velhasıl; daha demokratik, daha şeffaf, bireylerin birbirine saygı mesafesinden baktığı bir ülke olamıyorsak bu konuda sosyal bilimcilerin günahı/vebali çoktur. Onlar toplumun değişen çehresini dert etmedikleri için ekranlar komplo teorilerine, birbiri ile kavga ederek ekran sırasını savuşturmaya kalkan “analist”lere emanet.



İktidar ile muhalefetin birbirine ve topluma karşı konumlanışında var olan dengesizliğin kaynağını Türkiye'de Fen Bilimleri ile Sosyal Bilimler arasındaki dengesizlikte arayalım.



Bu durumu aşmak için İmam Hatip Liselerinin değil Sosyal Bilim Liselerinin sayısının arttırılması gerekiyor. Bahsettiğim niceliksel değil niteliksel bir artış.


#Temmuz Direnişi
#Mahalle baskısı
8 yıl önce
Temmuz Direnişi, ‘mahalle baskısı’ üzerinden okunabilir miydi?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’