|
“Hükümet olmamayı tercih ederim!”
Cuma günü Kederli Dindar Kızlar başlıklı yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Neden ara vermek zorunda kaldım?

Bayramın 1. günü başlayan ve giderek şiddetlenen baş dönmesi şikayeti için bir haftadır hastane kapılarındayım.

Merak etmeyin bu süreci size anlatacak değilim. Anlatacağım kısım olayın benim başımdan geçerken toplumsala yaslanan boyutu.

Vertigo şüphesi ile KBB uzmanına muayene oluyorum. Bir üniversite hastanesi işinin ehli olan bir doçentin sorularına muhatabım.

Sorulardan biri depresyon, panik atak ile ilgili. Depresyona girmedim ama genel olarak depresif bir kişiyim dedim.

“Olayları kafaya takar mısınız?”

“ Herkes kadar” .

“Herkesin ne kadar taktığını nereden biliyorsunuz ki! Bazıları hiç takmaz .”

Ben o bazıları ile hiç tanışmadım. Bütün arkadaş çevrem benim kadar kaygılı, eyvah bir şeyi eksik yaptığımız için oluyor bu olanlar diyen endişeli insanlardan oluşuyor. Endişe adını koyan doktorlar. Bizim için bütün bunlar sorumluluk bahsinin sınırları içinde.

Doktor olayları kafaya takmaktan neyi kastediyordu? Ev halinin günlük olaylarını muhakkak.

Doktora anlatamadıklarımı en iyisi size anlatayım.

Benim olay dediğim şey ülkemin istikbali. Gençliğin hali. Yaşlıların yalnızlığı. Tevekkülü ve tefekkürü içinde barındırmayan yoz hayatın kendisi.

Olayları ne kadar mı kafaya takıyorum?

Mesela artık ben şehit haberi okuyamıyorum. Terör haberi okuyamıyorum. Ölüm haberi okuyamıyorum. Hastalık haberi okuyamıyorum. Neden mi? Çünkü yakınlarını kaybedenlere empati duyarken bir kuyuya düşüyor sonra bir daha oradan çıkamıyorum. Günlerce ağlıyorum. Hiç tanımadığım bir insan için bu kadar gözyaşı dökebileceğime insanlar inanmıyor da içimdeki kederi böyle dışsal bir olay üzerinden yansıttığımı düşünüyorlar.

Oysa benim sorunum da bütün modernler gibi kıvam sorunu. Usul usul gözyaşı döküp olanda hayır vardır deme noktasına bir türlü gelemeyişin sıkıntısı ile dertliyim. Daha doğrusu olanda hayır vardır derken acaba bunu kendi mesuliyetsizliğime kılıf mı yapıyorum tedirginliği hiç peşimi bırakmıyor.

Bu haberleri okumuyorum da içim rahat mı? Hayır. Kendimi konformist hissediyor, suçluluk duyuyor suçluluğumu ancak çok çalışarak aşmaya, yenmeye beyhude uğraşıyorum.

Terör haberleri okumuyor lakin seher vaktinde bu geceyi de uykusuz geçiren kaç yetim, kaç dul kaç ana baba var diye düşünürken buluyorum kendimi. Elim ayağım tutmaz oluyor. Dünya yıkılıyor, altında kalıyorum ama imdat diyecek gücü bulamıyorum.

KBB uzmanı doktor kendi yapacaklarını yaptıktan sonra bundan sonrası nöroloji ve psikiyatrının sahasına girer dedi.

O böyle der demez açılım kitap'tan çıkan Byhung-Chul Han'ın “Yorgunluk Toplumu” adlı kitabına gitti aklım.

Chul Han antibiyotiğin icadı ile birlikte bakteriyel ve viral hastalıklarla mücadelede önemli bir aşama kaydedildiğini ama 21.yüzyılın hastalığının sinirsel olduğunu söylüyor. Yani depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, sınırdaki kişilik bozukluğu veya tükenmişlik sendromu gibi sinirsel hastalıklar 21. yüzyılın patolojik manzarasını oluşturuyor.

19. yüzyıl bağışıklık yüzyılı idi. Dışarıdan saldırılara karşı bünye kendini korumaya alıyordu. 21. yüzyılda her türlü bela dışardan değil bünyenin kendisinden neşet ediyor.

Son on yıldır “Ötekilik” üzerine yapılan çalışmalar çok revaçta. Oysa bizim sorunumuz “öteki” ya da “ötekilik” değil. “Beriki” ile ne

yapacağımız, nasıl başa çıkacağımız.

Hem PKK hem de DEAŞ/DAİŞ “ötekilik” kodları ile değil “beriki” üzerinden değerlendirilmesi gereken sorunlar. Beriki yani buradaki. En yakındaki. En içerideki.

“Beriki”nin açtığı sıkıntılar sadece siyaset kökenli değil. Bireysel planda da kişiler en büyük belayı en yakınlarından görüyor. Eşler birbirinin katili, dayılar amcalar fidye için yeğenlerini kaçırıyor vs.

Dünya toplumu şiddet haberlerinden yorgun. Ekonomik çöküş hikayelerinden yorgun. Lakin Türkiye seçimlerden, seçememeklerden de yorgun.

Yukarıda adı geçen kitapta Chul Han Melville'nin Katip Bartleby öyküsünden bahsederek öykünün metafizik ve teolojik yorumlara mevzubahis olması kadar patolojik bir okumaya da müsaade ettiğini söylüyor.

Melville, Disiplin Toplumu'nda yapmamayı tercih eden bir katibin hikayesini anlatıyor.

Sayın Devlet Bahçeli Katip Bartleby'i çok sevmiş olmalı. Lakin “disiplin toplumu”nda değil “performans toplumu”nda yaşadığını unuttuğu için koalisyon çalışmalarına yaptığı en büyük katkı şu oldu: “Hükümet olmamayı tercih ederim”.

Bu durumda MHP'li seçmen yapmamayı tercih eden lideri için önümüzdeki seçimlerde ne adına oy vermiş olacak?
#Chul Han Melville
#koalisyon
#Katip Bartleby
9 yıl önce
“Hükümet olmamayı tercih ederim!”
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’