|
Güz penceresi

Benim için güz vakitleri ışığın olgunlaşması, sarı kızıl tonlar üzerinde kendini demleyerek adeta kristalleşmesi demek... Fotoğrafla uğraşanlar bilir; tatlı ışık, eline makinesini alıp kendini tabiatın kollarına bırakanlara eşsiz imkanlar tanır, fotoğrafı bir görsel şenliğe, bir meşke, ışıl ışıl bir seyrana dönüştürür. Tabiatın en dingin, en sükunetli, renk skalasının en özel, en iyi demlenmiş tonlarıyla arz-ı endam ettiği vakitler o vakitlerdir. Bu özel halin çeşitli görünümlerini şehirde de müşahede edebilir, bu değerli imkanın size vaat ettiği fırsatları binaların arasında varlığını sürdüren bahçelerde, parklarda, en kötü şehrin çeperlerine kadar çıkarak da yakalayabilirsiniz. Ama asıl şenlik, şehirden uzakta, kızıl düşmüş dağlarda, sükunetle, sis ve pusla, çiğ taneleriyle berraklaşan kırlarda kurulur. O merakı ve heyecanı samimiyetle kendinize çağırabilirseniz, güzün bağışladığı dinginliği bir yorgan gibi üstünüze çekebilir, sessizlikle bestelenen o muhteşem kızıl senfoninin ön sıradan dinleyicisi olabilirsiniz. Hiç şüpheniz olmasın, tabiattaki her şey dostlukla, içtenlikle, muhabbetle kendini en saf haliyle gösterecektir size. Güz ülkesi, şefkatle kollarını uzatıp size dokunacak, esintisini üstünüzde dolaştıracak, saçlarınızı okşayacak, sizi güzelliğinin içine katacak ve bir parçası kılacaktır. Güz sadece bir mevsim değildir, bunu öğreneceksiniz orada. Güz bir halet-i ruhiyedir. Çoğunun söylediği gibi kedere de gark etmez insanı. Sakinleştirir, yavaşlatır, alemin içinden geçtiği başkalığın farkına varabilelim diye düşürür nabzımızı. Bir duygu yoğunluğunun içinde kayboluruz ki, pek alışığı olmadığımızdan keder gibi görünür bu bize.

“...sonbahar kocayemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmayan durgun maviliği, bol yeşiliyle kuşlarla beraber olunca insana sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor” diye yazmış ‘Son Kuşlar’da Sait Faik Abasıyanık.

Deneyin görün, gidip o uzak dağlarda, sonsuz kırlarda kendinizi güz ülkesine teslim edin. İçinizi nasıl tarifsiz heyecanlarla, nasıl unutmaya yüz tuttuğunuz hayat ıtırlarıyla, nasıl büyük ve size sebepsiz gibi görünen sevinçlerle doldurduğunu bizzat tecrübe edin. Sebepsiz değildir aslında içinize dolan o sevinç; güzdür sebep, güz ülkesinin içinize esenlik ve hakikat çiğleri düşüren serinliğidir, gözlerinizin ferini arttıran sarı-kızıl renk armonisidir. Hayat, güzün görünümleri arasından kendini, en dolaysız, en yalın haliyle gösterir

Hermann Hesse, ‘Demian’da sonbahar hakkında düşündüklerimize yeni ve özgün bir paragraf ekliyor: “Sanki güz ortasında bir ağacın dört bir yanından yapraklar dökülüyordu da, ağaç bunun farkına varmıyordu; ağacın üzerinden yağmur aşağılara süzülüyor, güneş ya da ayaz üzerinden gelip geçiyor, yaşam yavaş yavaş gerileyerek ağacın en iç kısmında alabildiğine dar bir bölgeye sıkışıyordu. Ama ağaç ölmüyor, ağaç bekliyordu”

İnsanın duygu derinliğini kaybedişinde etrafına bakmayı, tabiatla konuşmayı, çiçekle böcekle, ağaçla kuşla, çalı çırpıyla muhabbeti kesmesinin rolü büyük... Tabiat sizi ikide bir sınava sokmayan müşfik bir öğretici aslında. Onun dershanesinden ayağımızı kestiğimiz için hayatı kendi akışı içinde kabullenmenin, bu sayede o mükemmel işleyişin, o pür ahenk akışın bir parçası olmanın yolunu bulamıyoruz. Bu fena halde eksik bırakıyor bizi. İçimizde varlığını hissettiğimiz ama nedenini, nasılını, niyesini bilemediğimiz eksilme duygusu için bakmamız gereken yerlerden biri orası, o güz penceresi...

#Doğa
#Güz
#Bahar
1 year ago
Güz penceresi
Düşler ve Umutlar/ Hırsızlık felsefesi
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…