|
12 Eylül"ü yargılarken...

Çok geç oldu ama oldu; otuz yıl sonra nihayet 12 Eylül''ü yargılamayı konuşabilir hale geldik. Hiç olmamasından iyi… Ama kabul edelim ki gelinen bu noktanın kutlanabilir pek bir yanı yok. Aradan otuz yıl geçmiş, Türkiye''nin genç insanları kaybedilmiş, bir kuşak neredeyse tamamen siyaset dışı bir hayata zorlanmış, ülkenin enerjisi yok edilmiş… Ama maalesef sınırlı sayıdaki aydınlardan gelen cılız itirazlar dışında olan bitene uzun süre ciddi bir toplumsal itiraz ortaya konamamış. Aksine özellikle ilk on yıl boyunca darbeciler baş tacı edilmiş, eski siyasilerse adeta lanetlenmiş. Yönetime silah zoruyla el koyanlara devletin en üst makamları altın tepside ikram edilmiş. Üniversitelerde kendilerine fahri doktora unvanları verilmiş, isimleri okullara, caddelere taksim edilmiş. Bugün nihayet kısmen maddelerini değiştirmeye çalıştığımız darbe anayasası rekor oyla kabul edilmiş, vs…

Otuz yıl sonra başardığımız şey kötünün iyisi sadece, asla toplumsal bir zafer değil! Bunu itiraf etmek, tam da bu noktada toplum olarak özeleştirimizi yapmak zorundayız. Neyin özeleştirisi? Gelin birlikte düşünelim: 12 Eylül''de ne oldu? Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu. Yönetim dediğimiz şey, kahir ekseriyeti gri renkli olan birtakım kamu binaları, makam koltukları, evrak klasörleri falan mıdır? Elbette değildir; yönetim dediğimiz şey halkoyuyla iktidara taşınmış bir hükümet ve yasama kurumunu oluşturan milletvekilleridir. Milletvekilleri adları üstünde millete vekalet eder. Yani milletvekilleri milletin aslı gibidir. Dolayısıyla 12 Eylül''ün devre dışı bıraktığı şey millettir, millet iradesidir. Ve milletin buna kayda değer bir itirazı olmamıştır. Olan biten içe sindirilmiş, ülkeyi darbecilerin yönetmesine ses çıkarılmamıştır. Belki ilk fırsatta yönetimin yeniden sivillere geçmesine imkan sağlanmıştır ama onun öncesinde toplumsal manada ne darbeyle, ne cuntayla, ne kurulan antidemokratik yapıyla ciddi bir yüzleşme ya da hesaplaşma eğilimi ortaya konmamıştır. Bu uzun sürmüş sessizliğin toplumsal özeleştirisi yapılmalıdır. Bu utanç bir daha yaşanmasın diye değil sadece; bu toplumun insanlarının kendilerine saygılarını geri kazanabilmeleri için aynı zamanda. Hepimizin bilinçaltında var bu utancın izleri… 12 Eylül''ün de, 27 Mayıs''ın da, öteki cuntacı dayatmaların, muhtıraların, posta koymaların da sıkıntısını taşıyoruz içimizde. Çünkü sessiz kaldık, seyrettik olan biteni. Oylarımızla seçilen bir Başbakanı astılar, gıkımız çıkmadı. Durun asmayın diyemedik, suçluluk duygusuyla fotoğraflarını astık sadece duvarlara yıllar boyunca. 12 Eylül''de bir sağdan, bir soldan astılar, yaşı tutmuyorsa büyütüp astılar, yutkunduk kaldık sadece. Onca muhtıra yedik, ne oluyoruz diyemedik. Şimdi dünya değişiyor, biz de nihayet değişiyoruz. Darbecileri, cunta zihniyetini, aklına esince yönetime el koyanları, ikide bir vatandaşa posta koyanları nihayet tartışıyoruz. Hatta ucundan köşesinden yargılamaya da başladık. Bu hiç kuşku yok ki çok önemli bir gelişme… Türkiye''nin önünü açacak ilerlemeler bunlar… Ancak yeniden bu karanlık iklimlere geri dönmemek için kendimizle yüzleşmeyi de ihmal etmemeliyiz. Şunu bilelim ki darbeleri kabullenen toplumlar ancak darbeci zihniyetlere bu kadar uzun zaman mahkûm olurlar. Biz de maalesef öyle seyirci bir toplum olduk geçmişte.

“12 Eylül''ü yargılayalım” seslerine gönülden katılıyorum, bu ağır suç cezasız kalmamalı. Ancak bu yargılamadan seyircilerin payına düşen suçla da yüzleşelim hepimiz. Bugün doğruyu en gür sesimizle seslendirirken geçmişteki trajik sessizliğimizi de vuralım kendi yüzlerimize. Bugün kendimizle yüzleşebilirsek, işte o zaman gerçekten değiştirebiliriz ülkemizi.

14 years ago
default-profile-img
12 Eylül"ü yargılarken...
Kara dinlilerle milletin savaşı
Ruslar “komplo teorileri”nde bizi de geçti..
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm