|
Bağladıkça çözülen

Gelip geçici şeylere tutunarak hayatın özüne gözlerimizi kapatmaya eskisinden çok daha fazla istekliyiz bugün. Dış görünüşümüzle, iç görünüşümüzden daha fazla ilgilenir olduk. Herkese musallat olan sebepli-sebepsiz mutsuzluklar bizim de yakamıza yapışmaya başlamış gibi görünüyor. Diyaloglarımız başkalarının diyaloglarına, tercihlerimiz başkalarının tercihlerine benziyor giderek. Başkalarını belli bir sınırda tutamayan şeyler, artık bizi de durduramıyor pek. Oysa bizi başkalarından farklı kılan şeyin hayata ve birbirimize bakışımız olması gerekiyordu. Bunu yazık ki kaybettik. Ve artık kalabalığın içinde kendimizi başkalarından ayırt etmekte güçlük çekiyoruz.



Kem sözler, yırtıcı kurt sürüleri gibi saldırıyor ve dışarı çıkmak için tırmalıyor insanın içini; insanın dilini kilitli tutup onlara hakim olması ne kadar zor!



Gelse lafını esirgemeyen o hırçın deniz, dövse hiç acımadan dalgalarıyla kıyılarımı da, azıcık adam olsam!



“İçinde hiç sesli harf geçmeyen bir kelime söyle” diye sordu bulmaca çözen. “Suskun!” dedi kendisi bulmaca gibi olan.



“Söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye/ İnleyen şu kalbimin sesini ağyar duymasın diye.” Şükrü Tunar'ın güftekârı bilinmeyen bu Hicaz şarkısını dinlesek mi zaman zaman?



Meramını anlatıp söylediklerini bir türlü sona bağlayamadığı için, elindeki noktayı nereye koyacağını bilemeden ayakta öylece onu bekleyip duruyordu başladığı cümle.



Altını kırmızı kalemle çizdiğim binlerce satır var, henüz onları hiç kimse yazmadı!



Pir Mehmet pir söylemiş, sanki fakiri paylamış: “Ağzın dolu hep kıyl-ü kâl/ Kalbinde yoktur hiç bir hâl/ Soran bize bin yıllık yol/ Yel ardından naz edersin/ Mağripten atanı bilmen/ Meşrikten tutanı bilmen/ Cana can katanı bilmen/ Beri gelir iz edersin”



Her gün mecburen aynaya bakıyorum ve yazık ki yüzümde sakalım gibi rahatlıkla kesip atamayacağım nice şeyler var.



Gür sesiyle “Hiza mesafe al!” diye bağırdı en baştaki, uydu bu emre bütün sıradağlar!



Gökyüzünde bir kuş gibi salınan o serseri uçurtma bir gün aniden ipimi koparıp aşağıya atacak ve beni yeryüzünde bir başıma bırakarak çekip gidecek diye korkuyorum.



“Seni hiç anlayamıyorum!” dedi biri. “Çünkü beni anlayabildiğin şeylere hapsetmek istiyorsun!” dedi diğeri.



Herkes herkesi kendine benzetmeye çalışıyor, bu yüzden hiç kimse kendisi olamıyordu.



Her sabah yatağının iki yanında iki kırık kanatla uyanan insanlar da var.



Yürüdükçe eksilen yol mudur, insan mı, bilen anlatsın!



“Mahzun ol, gurbettesin!” dedi meczup, “mesrur ol, hicrettesin!”



...



Küçük bir not:



İsmimle, resmimle ya da müstearla kullandığım herhangi bir facebook ya da twitter üyeliğim yok. Büyük konuşmak istemem ama olacağını da sanmıyorum. Sosyal medyada ismimle, resmimle ya da o üyeliğin bana ait olduğunu akla getirebilecek başka şeylerle açılmış bazı hesaplar olduğunun farkındayım. Yazdıklarımı başka insanlarla paylaşmak adına açılan bu hesaplar içinde bazıları, kullanıcının ben olmadığımı, yani hesabın bana ait olmadığını görünür ve açık bir şekilde ifade ediyor, onlara bu dikkati gösterdikleri için teşekkür ediyorum. Bunu yapmayanlardan da aynı hassasiyeti göstermelerini rica ediyorum. Tanıdığım ya da tanımadığım dostlarımın bu şekilde yanıltıldığına defalarca şahit oldum, bilinsin ki buna rızam yok. Ayrıca rahatlıkla bana mal edilebilen bu hesaplar üzerinden benimle ilgisi olmayan birtakım paylaşımlar da yapılabiliyor ki, bu beni, hiç de tasvip etmediğim birtakım şeylerin parçası haline getirebiliyor. Kim olduklarını bilmediğim için buradan yazıyorum ve kendilerinden bu hassasiyeti göstermelerini bekliyorum.


#meczup
#mahzun
#mesrur
8 years ago
Bağladıkça çözülen
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi