|
Dilim bana ne söyledi?

Daracık dünyalarımızla bütün bildiklerimizi üst üste koysak, kargaşaya bir kargaşa eklemekten daha fazla bir şey yapmış olmuyoruz. Bilmek iddiasından geri çekilmedikçe bizim bilmenin eşiğine dahi gelemeyeceğimiz aşikâr değil mi?



“Kesinlikle” diye söze başlamayı marifet zannedenlerin dünyasında kesin olan hiçbir şey yok!



Yaşadığımız şu devirde tevâzu 'gösterilen' bir şey... Oysa hakikatte tevâzu gösterilecek bir şey mi acaba? Bakınca mütevâzı olanın üstünde, hâl ve hareketinde kendiliğinden görülene ne diyeceğiz o zaman?



“Kelimelerinizi ne kadar büyük bir özenle seçiyorsunuz” dedi hayranlıkla genç olan. “Elbette öyle olacak, söylediğim her kelimeyle suskunluğumun bir parçasından vazgeçmiş oluyorum” dedi daha az genç olan.



Biraz sonra başımıza ne geleceğini bilmediğimiz gibi, içimizden ne geçeceğini, o geçenin nasıl bir derinliğe ulaşacağını, sonra anlamını demleyerek dilimizde nasıl kelimeleşeceğini de bilemiyoruz. Bunun biraz sonrasını da, yarınını da, iki ay sonra, bir yıl sonrasını da bilmiyoruz. Nereden baksak bir muamma bizim için her olup biten... Dışımızda olduğu gibi, içimizde de... Ama bizim hayatımız, bizim sözümüz, bizim fikrimiz, bizim derinliğimiz diye sahipleniyoruz vücuda geldiği anda. Nasıl bizim olsun ki, olmadan önce olacağını bilmediğimiz bir şey?



Onat Kutlar, “Dil, durgun ve derin bir suyun aynası gibi yalnızca kendi bildiklerini gösteriyordu ona. Pencerenin ince ses tellerinden dokunmuş tülüne dilin işlediği tuhaf bir manzaraydı yaşam. Yalnızca kendi ormanına ait düşsel ağaçlar ve belli belirsiz ırmak kıyısı. Dilsiz konuşmak istiyordu kendi kendisiyle. Aynaya bakmadan görmek kendi toprağını. Aralamak dilin perdelerini.” diye yazmış Bahar İsyancıdır'da.



“Biz burada esasen kâl dükkanı işletiyoruz” dedi beyaz saçlı adam, “hâl peşinde olan muradını bizde aramasın nafile. Malûm ki, dükkan açmaz çarşıda pazarda hâl sahibi olan!”



Bir de şunu düşünün; kolaylık olsun diye hesap yuvarlandığı için unutulup giden küsûrat ne hisseder?



“Gençtim. Deli bir tay gibiydim adeta. Alabildiğine koşuyordum kırlarda. Engel nedir bilmiyor, çitlerin üstünden aşıyordum. Yaşlandım sonra, temkin indi üstüme. Kırlarda koşacak gücüm, mecalim yok artık. Ama olsa da denemem herhalde çitlerin üstünden aşmayı. İnsanın önce içi yaşlanıyor, yüze vuran kırışıklar içindeki o hızlı yaşlanmanın nice zaman sonra su yüzüne vuran tortusu” diye kendi kendine düşünüyordu yaşlı adam. Sonra “filanca yerden gelip filanca yere giden” diyerek bindiği otobüsün harekete hazır olduğunu anons ettiler. Elindeki bozuk paraları çay bardağının yanına bırakarak ayağa kalktı ve ağır adımlarla otobüse doğru yürüdü. Bazı molalar, yolculuğun kendisinden bile daha uzun sürüyordu.



Parmağının ucuyla buğulanmış otobüs camlarına hayatının romanını yazan insanlar da var.



“Ben bu işlerin kitabını yazdım diye gerim gerim gerinme” dedi meczup, “bil ki senin kitabını da satır satır yazan var!”


#Meczup
#Dil
8 yıl önce
Dilim bana ne söyledi?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset