|
Ebesi olmayan sobe
Yollar dolusu insan irili ufaklı arabalarıyla telaş içinde oradan oraya gidip geliyor. Yaşadıkları yerden uzaklaşmak için ve sonra yeniden yaşadıkları yere dönmek için... Ama hep telaşla, sanki kaçmakta olan bir şeye yetişecekmiş havasında...

Ya başlayan bir şeyin gerilimi içindeyiz ya da bitmekte olan bir şeyin koşturmacası içinde... Her şeyi, baştaki ve sondaki iki an arasında sıkıştırılmış biçimde yaşıyoruz. Her şeyi, zevkinden, neşesinden arındırıp bir meşakkate dönüştürüyor, bir zorluğu atlatmaya çalışır gibi başladığı yerden bittiği yere taşımaya çalışıyoruz. Bunun adı bayram oluyor, seyran oluyor, düğün dernek oluyor, tatil oluyor, gezi oluyor, adı ne olursa olsun bir şey değişmiyor. Yapılan her şeyden geriye sadece anlamsız yorgunluklar kalıyor. Ve belli belirsiz bir tatminsizlik duygusu...

Günlük hayatın koşturmacasından çıkıp biraz nefes almamıza imkan veren hava değişikliklerine 'tatil' diyoruz. Sonra geri dönüyor ve nefes alınamaz olduğunu bu şekilde itiraf ettiğimiz şeye 'hayat' demeye devam ediyoruz.

“Bu sene nereye gidiyorsunuz?” diye sordu biri. “Biz yine dünyadayız” diye cevapladı diğeri umarsızca.

Küçücük sahillerin her bir metrekaresini gürültü ve kargaşayla doldurabilmek için bulundukları yerden başka yerlere akın eden ve hiç değilse sayılı birkaç bayram günü boyunca şehirleri artık unutmaya başladığımız tenhalıklarıyla bize bırakan çoğunluğa ne kadar teşekkür etsek az!

Yanlış kurulmuş bir düzenin içine küçük küçük doğru şeyler, minik minik güzellikler koymaya çalışmak ne kadar beyhude, ne kadar acıklı bir uğraş... Dalgaların gelip hoyratça tarumar ettiği kumdan kaleler gibi yıkılıp gidiyor, ne yapsak!

“Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün/ Bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün” diyor Turgut Uyar, 'Çok Üşümek'te...

Yanağından aşağıya doğru süzülen bir damla gözyaşını başkalarından saklayabilmek için yaptığın o belli belirsiz hareket var ya... İnsanlığın tarihi de, tarifi de sığar onun içine!

Hüzün, bir yüze nakşedilebilecek en nadide mücevher...

“Kaybettiğime dair en ufak bir delilin olmadığı savaşları bile kazanamıyormuşum aslında ben!” diye mırıldandı kendi kendine beyaz saçlı adam.

Hiç saklambaç oynayamıyoruz artık; çünkü yeryüzünde ne saklanacak bir yer kaldı, ne sobelenmemiş bir insan!

Bunca ihtirasın karşılığında sana ne verirlerse versinler, harcadığın sadece kendinsin!

“Uçmayı anımsa/ kuş ölümlüdür” diyor Füruğ Ferruhzad... Bazen birkaç kelime gerçekten yetiyor neyi nasıl yanlış yaptığımızı anlatmaya.

Aklından güzel bir şey geçtiğinde, hiç sonunu düşünmeden peşine takılıp giden insanlar da var.

“Bil ki insan küçüktür, deniz de derin” dedi meczup, “kim ki boğuldu, bilmediğinden!”
#Füruğ Ferruhzad
#Meczup
8 yıl önce
Ebesi olmayan sobe
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti