|
Güdümlü terazi

Dünya milletlerini pek çok kıstasla birbirinden ayırmak mümkün... Açlar-toklar, fakirler zenginler, güçlüler-güçsüzler, siyahlar-beyazlar, Batılılar-Doğulular, tüketenler ve tüketilenler, vs... Bunlar hepsi kendi içinde açılımları olan ve gerçekliğine itirazda bulunamayacağımız ayrımlar... Öte yandan bunların hepsi dünyada olup bitenleri anlamak için ihtiyacımız olan bakış açıları, düşünme perspektifleri sağlıyor bize.



Tablo çok keskin çizgilerle birbirinden ayırt edilebilecek kadar net aslında. Bir tarafta maddi olarak gelişmiş, zengin, güçlü, kitleleri toptan yok edebilecek silahları olan, küresel ekonominin vanalarını elinde bulunduran, uluslararası kuruluşlarda sözün sahibi, istediğini yaptıran, dünya kaynaklarından çok büyük paylar alan, geriye ancak artıklarını bırakan, medyasıyla zihinleri kontrol eden ve nihayet dünyanın bugün bulunduğu karanlık noktadan bizzat sorumlu olan devletler var. Diğer tarafta gelişmemiş, fakir, her şeyleriyle sömürülen, kendi kendine yetemeyen, içinde bulunduğu cendereden bir türlü kurtulamayan, birlik de olamayan, olmasına izin verilmeyen ve dolayısıyla her türlü acı faturayı ödemek durumunda kalan devletler var. Bir de birbirinden farklı bu devlet yapılarının kendi psikolojik şartlarıyla yoğurduğu toplumlar var.



Egemen devletlerin yönetimleri, ellerinde bulunan güç, servet, imkan ve standartları doğal hakları sayıyor ve bunlara sahip olamayanları kendileri için bir tehdit olarak görüyor. Diğer tarafta kanla, ateşle, acıyla, gözyaşıyla, yoklukla, açlıkla, hastalıkla yaşamaya mahkum toplumlarsa, doğal olarak egemen toplumların kurduğu sömürü düzenine öfkeyle dolu olarak yaşıyor. Ancak bu öfkenin elleri her yere uzanan bu doymak bilmez sömürü imparatorluğunu yıkacak ne gücü, ne imkanı var.



Yeryüzünün pek çok noktasından toz duman yükseliyor. Ancak şu bir gerçek ki bu toz duman büyük ölçüde egemenlerin güçsüzleri tımar etmek, hizaya sokmak, ellerindekini almak için düzenlediği sömürü 'aksiyon'ları nedeniyle yükseliyor. Bu saldırganlıkların ağır faturası da medya gücüyle gerçekleştirilen algı operasyonlarıyla yine mağdur güçsüzlere kesiliyor. Egemen medya dünyada olan biten neredeyse her kötülüğü mağdur ve dolayısıyla öfkeli toplumlara, topluluklara yamamak istiyor.



Küreselleşme denen acayip hadise dünyada pek çok şeyi değiştirdi, bu doğru... Artık imaj kurgulama işleri, savaşların en önemli parçası haline geldi. Savaşları önce toplumsal algı kriterleriyle kurgulamak, sonra zihinleri olacaklara hazır hale getirmek, sonra da karanlık planların startını vermek gerekiyor.



Batılı toplumlar, binlerce insanı katleden bombalar kendi fabrikalarında üretilmiyormuş gibi, kendi uçaklarından masum kalabalıkların üstüne atılmıyormuş, kendi orduları dünyanın orasını burasını işgal etmiyormuş, sıradan sivilleri hapishanelere doldurup işkenceden geçirmiyormuş gibi davranıyor. Kendilerine benzemeyen herkesle ilgili hiç durmadan şüphe senaryoları üretiyorlar. Bu kara büyüyü medya marifetiyle yapıyorlar. Zanlının adresini medya veriyor, imajını medya çiziyor, senaryo ihtiyaçlarını da elbette en başta medya karşılıyor. Üstelik bunu en çok bu işten mağdur olan insanların yaşadığı ülkelerde, toplumlarda yapıyor.



Mağdurların öfkesini bir 'suç'a dönüştürmek için yine karanlık ellerce üretilen kurgusal yapılar, vahşi örgütler da bu kirli planın bir diğer parçası...



Hangi planın kurbanı olarak seçildiğimizi bilmek, toplumsal dokumuzun söküklerimizi dikme yeteneğine kavuşabilmemiz için iyi bir başlangıç noktası... Ama daha fazlası gerektiği aşikar olduğuna göre, defalarca tekrarladığımız teorik söz kalıplarını bir tarafa bırakıp pratik olarak tek tek ne yapabileceğimizi de esaslıca düşünmek zorundayız.



...



Hayırlı bayramlar diliyorum.


#Küreselleşme
#Batılı toplumlar
il y a 8 ans
Güdümlü terazi
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak