|
İçler dışlar çarpımı

İnsanız malum; ama kendimizi insanlığımızdan uzaklaştırmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. İnançlıyız büyük bir kısmımız; ama inancımız hakkında birkaç ezber bilgi ve üç beş klişe dışında pek bir şey bilmiyoruz. "Ben de inançlıyım ama..." diye söze başlayanlarımız var, devamında söylediklerinden inanç dedikleri şeyin ihtiyar bir ev kedisi gibi hiçbir şeye karışmadan bir köşede oturmasını istediklerini anlıyoruz. İnançsız olanlarımız var; onların da en büyük meşgalesi her gün inançlıların yapıp ettiklerini didiklemek... Kahir ekseriyetimiz ülkesini haddinden fazla seviyor; o halde bunca kötülüğü kim yapıyor bu ülkeye acaba? Kendini muhafazakar olarak görenlerimizin neredeyse tamamı aynı zamanda sermaye odaklı liberal çarklara su taşıyor. Liberal olanlarımızsa topluma sevimli görünebilmek için muhafazakar argümanları sürekli çantalarında taşıyorlar. Devrimci olanlarımızın hiç azımsanmayacak bir kısmı darbeci olanlarla yan yana durabiliyor pek de rahatsız olmadan. Solcu geçinenlerimizin epeycesi mesele devlete gelince herkesten daha maslahatçı. İslamcıyım diyenlerimizin içinde, akşama kadar onun bunun gıybetini etmeye itirazı olanı çok az. Yenilikçi olanlarımızda yeni pek bir şey yok. Gelenekçi olanlarımız kendi çocuklarına bile inandırıcı gelmiyor. Kendine sanatçı diyenlerimizin müşteri dışında bir derdi yok. Bir şekilde şöhreti yakalayanlarımız herhangi bir meselede iki adamakıllı cümle kuracak seviyede değil. Çocuklarımızı çeyrek asır boyunca okullarda mahpus tutuyoruz, sadra şifa olacak bir tek fikir, bir tek kıvılcım yok. Spor olsun diye yaptığımız her şeyde diz boyu pislik, bitmek bilmez kavga dövüş... Eğlence olsun diye yaptıklarımız ölçüsüz, cıvık, savurgan... Kazandığımızın üç katını harcıyor, beş kat şikayet ediyoruz. Tek derdimiz bir yerlere kapağı atmak, üretmek de nesi! Yüzlerce yıllık insanlık birikiminden faydalanalım diye kütüphaneler dolusu kitap okuyor, ömür tüketiyoruz, sonra ahir ömrümüzü kıytırık güncel vıdıvıdıları yorumlamak için bozdura bozdura harcıyoruz. Kime sorsanız "değişmeyen tek şey değişimin kendisi" kafasında, ama bir yandan da "bu ülkede aslında hiçbir şey değişmiyor". Tenha şehirlerimizi sürekli tenhalaştırıyor, kalabalık olanları sürekli daha da kalabalıklaştırıyor, trafiğin ortasında saatlerce kilitli kalıyoruz. Sosyal medya diye üstüne abandığımız her şey, gerçekten sosyal anlamı olan ne varsa bir daha geri alınamayacak biçimde tüketiyor. Medyanın gündeme taşıdığı her konuyu ihtirasla kemiriyor, bir daha konuşulamayacak kadar yalama ediyoruz. Fikirlerimizi ucuz argüman pazarlarından taksitle alıyor, muarızlarımızı tepelemek için peşin peşin kullanıyoruz. Ciddiye alınması gereken şeylerden sıkılıyor, sulu zırtlak ne varsa başımıza taç ediyoruz. Hemen herkesin her şeyin en doğrusunu bildiği bir toplumun, bu kadar çok oyuna getirilebilmesinin nasıl mümkün olduğunu kafaya takan yok. Manevi değerler deyince herkes şöyle bir duruyor, sonra maddi değerlerden yola devam ediyor. Söz sahipleri kendi teşrifatçılıklarına soyunmaktan hicap duymaz oldu. Küçük küçük insanlıklar koca koca iddiaların altında eziliyor. Hem "eskimez gerçek"e tabi olmak iddiası, hem günün modasını takip etmek ihtiyacı aynı kafanın içinde barınabilir hale geldi. Pespayeliğin her ortamda kol gezdiği bu kadar aşikarken, elinizi sallasanız mutlak bir seyyar bilgeye çarpıyor. Çok bilmişliğin bu kadar kurumsallaştığı bir zamanda, az biliyor olmanın da bir övünç vesilesi yapılabildiğine sıklıkla rastlıyoruz. Dışlar içleri ezdikçe eziyor, içlerin dışları taşımaya artık takati yetmiyor. Herkes kendini es geçip durmadan bir başkasını aydınlatmaya uğraşırken, karanlık kendini gittikçe koyulaştırıyor.

10 yıl önce
İçler dışlar çarpımı
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’