|
Yeraltından notlar...

Bu okuduğunuz satırları bir çok şehirde mesaileri iptal ettiren o sıcak günde yazıyorum.

Yani siz okurken artık “dün” haline gelmiş olacak günde...

Yazarken nasıl bir vaziyette olduğumu bilmenizi gerekli görüyorum, belki okurken biraz daha hoşgörülü olabilirsiniz böylece...

Efendim, bizim şehrin metrosunda tam üç saattir gidiş ve geliş güzergahları boyunca gidip geliyorum. Okuduğunuz satırları diz üstüme kaydediyorum. Diz üstü deyince dizüstü bilgisayardan sözettiğimi düşünebilirsiniz, hayır çoluk çocuk birer tane edindi ama biz henüz dizüstü bilgisayar alacak kıvama gelemedik. Notlarımı dizlerimin üstüne koyduğum birkaç A4 üzerine yazıyorum. Peki neden metrodayım? Çünkü burası serin... Çünkü buranın dışındaki her yer insana buzhane kancalarından birine asılı bir dana budu olmayı tercih ettirecek kadar sıcak. Bu kadar sıcakta kendimden cümle kurma başarısı göstermemi asla beklemem. Bırakın cümle kurmayı, dışarı çıktığımda kırk yıldır hangi dili konuşmakta olduğumu hatırlamakta bile güçlük çekiyorum. Bilin ki bu yazı yazılıp bitirilecekse bu hadise metro vagonunun içinde yaşanacak. Buradan asla çıkmam. Polis zoruyla bile çıkmam. Zaten bu sıcakta polisin zor kullanmaya kalkışmak için aklıyla zoru olması lazım. Ben hareketi kaldıramıyorsam, fazladan hareketi hiç kimse kaldıramaz.

Her neyse sonuç olarak metrodayım ve dünya azıcık da olsa bir küresel serinleme eğilimi göstermeden buradan çıkmaya niyetim yok. Burası anlaşılmıştır sanıyorum. Dışarıda kalmak için her yolu denedim. Hayır, bulduğum hiçbir yöntem sıcağın sivri dişlerini bedenimden uzaklaştıramadı. Bence şu anda dışarıda bulunanlar da kaldırımın üstünde bir eriyiğe, bir yağ lekesine dönüşme tehlikesi altındalar. Her sene sıcaklar başlayınca bu espriyi yapıyorum, ama bugün fazlasıyla ciddiyim ve bunu tehlikeyi gerçekten önemsiyorum. Geçici çözümler arayanlar bu yolda telef olabilirler. Bunu dün gün boyunca, bugüne hazırlık babında sürdürdüğüm arayışlarımdan ve edindiğim hiç de parlak olmayan tecrübelerden biliyorum. Neler denemedim ki!.. Küveti doldurup içine girdim, saatlerce çıkmadım. Ayak parmaklarım acayip buruştu ve yer yer yosun tutmaya başladım. Havalar serinlediğinde yeniden sosyal hayata dönmem icap edebilir diyerek vücudumdaki bu deformasyona dur demek zorunda kaldım. Küvetten çıktığımda sudan çıkmış balığa dönmeyi bekliyordum, ama kendimi daha ziyade adım adım ızgaraya yaklaştırılan sersemletilmiş bir balık gibi hissettim. Can havliyle nispeten daha serin olacağını düşündüğüm salona koştum. Televizyonu açtım, parmaklarımı uzaktan kumandanın tuşları üzerinde koşturmaya başladım. Maksadım, sürekli kanal değiştirmek, kanaldan kanala geçişlerdeki hareketten bir küçük rüzgar, bir küçük serinlik elde etmekti. Heyhat, serinlik değil ama sıcaklık arttı. Arşivden “İmparatorun Yolculuğu” ismindeki kıymetli DVD''mi çıkardım ve üst üste beş kez seyrettim. Malum, kutuplarda yaşayan penguenlerin yaşadıkları zorlu iklim şartlarını konu ediniyor bu belgesel. Büyük bölümünde penguenler birbirlerine sokularak soğuktan tir tir titriyorlar. Açıkçası normalde bu güzel belgeselin dramatik etkisinden kendimi kurtarmayı pek başaramıyorum. Ama beş kez izlediğim halde bu defa sadece klimatik (climatic-climatique) etkisiyle ilgilendim. İlk seyrettiğimde bu serinlik hissi az çok işime yaradı, ama maalesef bu his pek kalıcı olmadı. Aslında gidip vantilatöre yapışmak vardı, ama bunu daha önce bir kere denediğim için hiç yeltenmedim. İnsanın burnu çok acıyor çünkü...

Her neyse dizim uyuşmaya başlıyor, yazı da belli bir boya ulaştı. Eğer erimemişseniz, sonraki yazıda görüşürüz. Bu arada metroya yolunuz düşerse, son vagondayım!

17 yıl önce
Yeraltından notlar...
Nedense, 10 Kasım’daki ilanı hatırladım...
Kamusal hayâta mersiye
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!