|
Yıldızların altında, Sefa Sineması"nda...

Şimdiki çocukların en büyük talihsizliklerinden biri, yıldızlı bir gökyüzünün altında rüyalar âlemine dalacakları yazlık sinemalardan mahrum olmalarıdır. Ben onlardan değilim; kanıma nereden girdiğini bilmediğim sinema hastalığı, geçmişin lastik ayakkabı-kısa pantolon günlerinde dahi aile içi yazlık sinema kalkışmaları düzenlememe yetecek bir arıza meydana getirebiliyordu benim.

...

Sefa Sineması... Üstünde yıldızları olan bir sinemaya konabilecek bundan daha güzel bir isim bulunabilir mi? Sefa Sineması''nı zembille bizim mahalleye indiren o tonton amcayı tarihe kimler yazsın? Ne yapsam ödeyemem hakkını onun ve onun gibi insaniyet namına güzellikler icadeden yüreği rüzgar gülü başka evvel zaman amcalarının. Tıfıldım ama, bir sinema penceresi açılmamış olsaydı o tıfıl hayatın duvarına, bir tek hayal, bir tek dünya, bir tek hikaye yetmezdi asla bana.

...

Ne zaman sözümü sinemaya koşsam, o Sefa Sineması''ndan bir damgalı bilet almadan devam edemiyorum yola. Şöyle desem daha mı cilalı olur acaba: Benim sinemayla yıldızlandırılmış tarihimin miladı, Sefa Sineması''nın kapısında başlar. Bir bacak kadar çocuk, hiç eksiksiz bir çekirdek aileyi kolundan tutup çekiştire çekiştire, üstünde ışıl ışıl yıldızlar ve perdesinde hayaller olan bir yazlık sinemaya göç etmeye zorlayabilir mi? Aynı çocuk sinemaya doğru serseri bir koşuda hevesten neredeyse kanatlanıp yere çakılabilir, kafasında bir delik, alnında minicik bir kan deresiyle ayağa kalkabilir, başına bir çaput dolatıp yine de sinema yollarına koyulabilir mi? Sonra yine aynı çocuk, her yazlık sinema bayramının nihayetinde, gecenin onikisinde, “hadi şimdi başka bir sinemaya gidelim!” diye tutturabilir mi? Bunlara inanın, çünkü hepsi ayniyle vaki, o bacak kadar çocuk benim, lastik ayakkabı-kısa pantolon mahcubiyetlerini geçtim, ama tarihin bir vesikası, çocukluğun dehşetengiz bir hatırası olarak duruyor kafamda sinema deliği...

...

İnsanın sinemayla muhabbeti, azıcık kendimizi zorlarsak, o bildiğimiz tavuk-yumurta hikâyesinden pek farklı gelişmiyor aslında. Sinema mı hayatın bir film şeridi olarak gözlerimizin önünden geçip gitmesidir acaba; yoksa insanlar mı gelip geçerler tekmili birden filmlerin içlerinden. O sihirli perdeye yansıyan şey, insanı hayalleriyle birlikte avuçlayan şey, varoluşa dair bir yuvarlak hesap değil midir aslında? Yahut hangimiz kadim bir senaryoyu yolundan çevirecek kudrete sahibiz bütün bu insanlığımızla?

...

Filmlerin hayatın kendisinden farkı, kamera marifetiyle hayallerin de görünebilir hale getirilmesinden ibaret olsa gerek! Yani sinemada sadece hayattan geçirilenlerin değil, kalplerden ve akıllardan geçirilenlerin de resmedilmesi gerekiyor. Temaşa edilebilen varlıklarıyla ya da nazar-ı dikkate alınabilen yansımalarıyla...

17 yıl önce
Yıldızların altında, Sefa Sineması"nda...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi