|
Bir avlunun ortasında bir iskemleye çökmüşken kabaran hislerim

Bayramda sıladayım. Geldim, Seferberlik bakiyelerinin mezarlarını ziyaret edeceğim. Ata yurdunun kuşunu, kurdunu göreceğim. Zümrüt yeşili doğasında zihnimizi dinlendirmek değil maksadım… Sadece sıla-i rahim yapmak...

Dahası dedemin, ebemin, babamın, anamın yaşadığı evde, avluda bir kaç gün geçirmektir, muradım.

Bu yazıyı yazdığım anlarda gözümü kapattım bizim avlunun sağ alt başındaki masada oturduğumu düşündüm.


Nasıl diyeyim, dedem ve ebem sağken, koyunları koydukları ağıl, bugün bizim masa, sandalye atıp oturduğumuz mekan oldu.

Hah işte oradayım şu an.

Dalıp gittikçe eskilere… Sanki hemen karşımdaki kapıdan (ki şu anda kullanılmayan ev) ebem çıkıp, “Kör olmayasıca, ne bağırıp duruyorsun altı üstü bir yumurta yumurtladın sus artık” diyerek saatlerdir gıdaklayan tavuğuna hayattan eline geçirdiği lastik ayakkabıyı fırlatacak gibi.

Dedem, öğle namazını cemaatle kılmanın gururuyla avlu kapısını bastonuyla ittiğinde, “Hadi bakalım Hasan efendi koş bir maşrapa su kap” diyecek gibi.

Babam İlbüz’ün (Amcamların evin yanındaki bize ait pınarın özel ismi) kurnasından bir yudum su içip “Heyyy, Özcannn” diye bağırıp, oluğun giderine takılan bilmem kaç metrelik hortumun kırılan yerini düzeltmesi için abime talimat verecek gibi.

Tam da bütün bunlar olurken… Estetik kaygıyı bu köylük yerde bile korumaya özen gösteren Hüseyin amcam, avlunun üst başındaki susamlıktan bir tutam susamı koparıp ağır ağır yukarıdan aşağıya yürürken, “Bana bir kap bulun şu susamları solmadan suya koyayım” diyecek gibi.

Şu an oturduğum avluya iki evin kapısı açılıyor.

Biri ebemin evi yani ki eski ev…

Dedem ve ebem burada yaşadı. Bir hayat (yeni adıyla hol) iki küçük odadan oluşuyor. Her odanın gömme dolabında bir banyo… Hayat aynı zamanda mutfak. Kerpiçten bir bina.. Kutu gibi.

Küçücük pencere kenarlarında hala dedemin soğuk girmesin diye zamkla yapıştırdığı kağıt parçaları var.

Bir de yeni ev var. Yeni dedimse ilk yapımı 1950’li yıllar. Sonra ilaveler oldu yeni eve. Yeni ev yepyeni oldu yani. O da kerpiçten. Adı sadece yeni ev.

Avluda dedim ya dedemler zamanında koyunlar işte tam oturduğum yerde dururlardı. Akşam yatsıya yakın sağılmayı beklerlerdi. Yeni evin altında bir de damımız vardı. Bazen bir, bazen de 2 inek olurdu. 3 inek olduğunu hiç hatırlamıyorum doğrusu...

Ama bu avluda her daim bir de eşek bağlı bulunurdu. Dedem, ilçeye onunla gider, her hafta gaz lambası ve idarenin yakıtını almak için eşeğin semerinin arkasına gazyağı tenekesini asardı. O gazyağı tenekesi eskinin damı şimdinin bodrumunda hala öylece durur.

Şimdi ne dedemler kaldı burada, ne babam, ne amcam.

Avlunun büyük bir kısmında 1990’lı yıllarda bir karış boyları varken, İlbüz’e bağladığı hortumla onları tek tek sulayan ve “Bir gün büyüyeceksiniz, kozalaklarınız olacak, üzerinize kuşlar konacak” diye severek büyüttüğü babamın çamları var.

Şimdi göğe uzanmak için birbirleriyle yarışan, üzerlerinde kozalakları ve kuşları hiç eksik olmayan çam ağaçları.

Bir bölümünde yediveren güller var. Neredeyse üzerlerine kar düştüğünde bile çiçek açan. Bir kaç erik ağacı var. Bir ben bir de kuşların yediği ekşi mi ekşi meyvesi olan.

Anadolu’nun orta yerindeki benim köyüm gibi niceleri var. Bu avlu gibi niceleri var. Artık sadece bayramlarda ya da yazları açılan nice evler var.

Şehirlere göçtü buralar. Küçük memur, asgari ücretli işçi olarak çalışıp da bir bayramı ata yurdunda geçirmek isteyenlerin uğrak yeri artık buralar.

Bir zamanlar seferberlik bakiyelerine ev olmuş, köy olmuş yurt olmuş mekanlar artık sadece hatırlayabilenlerin hatıralarından ibaret.

Kala kala kaldı geriye anılar, anılar, anılar.

Anadolu, Osmanlı’da da ihmal edildi, Cumhuriyet’te de… Ama Anadolu insanı bir kere bile ondan bir şey istendi mi “ıh” demedi, yüksünmedi, geri durmadı.

Her daim, devletinin, milletinin yanında yer aldı.

Bir de şehirleşme serüvenimiz var ki evlere şenlik.

Son gelinen nokta, köyleri, Anadolu’yu boşalt… Başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirleri doldur.

Sonra her bayramda Anadolu’ya büyük eziyetlerle, binbir çileyle gel.

Bir iki gün içinde yine aynı eziyetle “ekmek” için göçtüğün şehirlere dön.

Köydeyim. Bayramda sıla-i rahim yapmaktayım.

Geçmişle gelecek arasında bugünün kakafonisinde ellerimin arasındaki başımı dik tutmaya çalışmaktayım.

Bayramınız mübarek olsun.

#Bayram
#Şehirleşme
#Anadolu
#Osmanlı
7 yıl önce
Bir avlunun ortasında bir iskemleye çökmüşken kabaran hislerim
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi