Ey İsmail..!
diyorsun ya hani…
Hani,
diye sorduğum soruyu yazına başlık yapmışsın ya hani…
Hani o yazınının sonunda
diye başlayıp ve
diyorsun ya hani…
…
Bana düşen,
, usulünce
.
Zira, İslamcılığın tarihini, geldiği noktayı uzun uzun zikredecek değilim.
Çünkü,
dendiğinde
İsmail ah İsmail..!
ilkin…
Sonra saydığın isimlerin yanına
'i,
'nu,
'yu mutlaka eklemeklik gerektir. (Bak ben de ürettim afilli kelime… Hani 80'li yıllarda öğrenci evlerimizde İsmet Özel'e öykündüğümüz gibi)
'in yekten meydan okumasını ve
edasıyla
sini de…
'nun zarafetli direncini ve
nı da…
nun öykülerindeki kendi küçük, gönülleri dünyalar kadar geniş kahramanları üzerinden bize söylediği
da… (Gerçi 'Kutlu'nun giderek zayıflayan kitapları' diye bir cümle kuran da sendin ama...)
Bir yerlere not niyetine bırakmaklık gerektir.
biraz da,
diyerek yüreğine ince bir sızı inen
Sen anlarsın bunu İsmail!
“Acabaları, tereddütleri, çekinceleri” bir kenara bırakıp,
ve hatta döşeğini
Hoş, iyi niyet kurbanı olup, yenen kazıklar da vardır…
Olsun be İsmail, kazığı yiyen biz olalım..!
Bir kazık, iki kazık yeriz… Başka İsmail!
Tıpkı
Bırak, “aldatılan” biz olalım, aldatmaktansa İsmail…
Boş ver be İsmail…
Biz madem ki birbirimizi biliriz,
de, inancımızı istismar edip
,
diyene de
Ama yok,
Ve buna da
filan diyorsan
simlerini vermişsin ya hani sevgili
… Hadi beni geçtim… Onların kimin elinden nasıl tuttuğunu, kimlerle neleri paylaştığını da unutma be İsmail!
Hani biraz da defo, yani.
Zaten mesela biraz da bu değil mi be İsmail?
Ne diyordu otobüs direksiyonunda ömür törpülemiş baban,
Çay seni bekliyor İsmail, bayatlamadan gel.