|
Bu sondur
Çarşamba günkü yazımızın son cümlesi, cumartesinin başlangıcı olsun:
Anadolu, aynı zamanda, bir ihmalin hikâyesidir.


Gittiğim yerler, gördüğüm şeyler, tanıştığım kişiler ve okuduğum hatıratlar bana hep bunu söylüyor, anlatıyor.



Ortak kabul görmüş birçok tarihçinin hemfikir olduğu konu şudur: Osmanlı, yatırımlarının büyük kısmını Avrupa yakasındaki topraklarına yapmıştır. Neredeyse Bolu'nun bile sürgün yeri sayıldığı düşünülürse, mesele daha iyi anlaşılır.

Mesela Kastamonu'daki en büyük camiyi bir kadı efendi yaptırmıştır.

(Kadı Nasrullah Camii.) Bazı kadim şehirlerimizdeki sembol eserler, Selçuklu zamanından kalmadır. Özetle; asker ve vergi.



Gözle görülür değişim, Sultan Abdülhamid Han döneminde olmuştur. Basiret ve feraset sahibi padişah, adeta iç kaleyi tahkim etme işine girişmiştir. Sonrası kıyam ve kıyamet yılları.



Anadolu insanı, nerede olursa olsun, vatan savunmasına koşmuştur. Bir Asır Sonra Balkan Harbi (Mustafa Çalık) kitabından bir cümle:

“Burada günde ölen 100 civarındaki askerin % 10'u Rumeli'den, % 90'ı da Anadolu'dandır.”

Burası denilen yer, Arnavutluk sınırları içindedir.



Size Ölmeyi Emrediyorum, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunun yapısını ve mücadelesini anlatan mühim bir çalışma. (Edward Erickson) Kitaptan: “Savaşı atlatabilmiş olan piyade tümenlerinin çoğu Anadolu anavatanından gelen Türklerden oluşuyordu.” (Sayfa 277.) Başka tespitler de var. Ancak Anadolu'dan gelen birliklerin kurduğu / koruduğu savunma hatları sağlam sayılıyor. Sıkıntılı bölgelere hep Anadolu birlikleri kaydırılıyor. Çünkü iyi savaşıyorlar. Dağılmıyorlar. Cenkte sabır gösteriyorlar.



Kader ve keder. Yüz sene sonra, Anadolu'nun tenha evlerine şehit haberleri gelmeye devam ediyor.


***


Bundan yirmi beş sene önce, bir pazar sabahı, Muş ilinde yaşlı bir kadın görmüştüm. Gazete sayfasının üstüne koyduğu bir bağ lahana yaprağını satmaya çalışıyordu. Günün başka vaktinde görseydim, hepsini satmış, bir bu kalmış derdim. Henüz sabahın sekizi veya dokuzuydu. O bir bağ lahanayı satıp ne alacaktı? Onun parası hangi açığı kapatmaya yetecekti? Uzun bir süre, doğru veya yanlış, terör musibetine işte buradan baktım.



Aynı yoksulluk / imkânsızlık Anadolu'nun başka beldelerinde yok muydu? Elbette vardı.

Büyük şehirlere bunca göç niçin olmuştu? Boşalan, sadece doğu bölgesindeki köyler miydi? Anadolu'nun ortasında şartlar daha mı iyiydi? Bir doktor arkadaşım, geçen senenin sonbaharında, kendi otomobiliyle 'bizim köye' ulaşamadı. Yolda kaldı. Yağmur yağmış ve toprak yol balçığa dönüşmüştü. Neyse.

Biliyoruz ki, alışmak, tutuşmak anlamına da gelir.


Elektrik faturasının son ödeme tarihini birkaç gün geciktirince panikliyoruz. Hayır, mesele 'gecikme bedeli' falan değil!



***


'Hor kullanmak' diye bir deyim / durum var. Konu Anadolu'nun toprakları ve insanları olunca, aklıma ilk bu geliyor. Fedakârlığın ve sadakatin suistimal edilmesi, iyi niyetin kötüye kullanılması.



Bugün birinci sınıf tarım arazilerimiz hızla elden gitmektedir. Mesela Marmara bölgesinde dokunulmadık dağ kalmamıştır. (Artvin?) Nice tarihi ilçemizin merkez nüfusu beş binin altına düşmüştür. (Taraklı, Göynük, İnhisar, Mihalgazi gibi.) İl ve ilçelerdeki sanayi sitelerinin vaziyeti ortadadır. Fabrika bahsine girmiyorum bile.

Görünen, üretimin değil de tüketimin teşvik edilmesidir.

Hızla çoğalan alış (veriş) merkezleri, eğlence ve gösteri mekânları, banka şubeleri, kredi kartları, özel yaşam alanları vs. Böyle kalkınıyoruz.



Elbette yeni yollar, tüneller, köprüler yapılıyor. Hiç olmadığı kadar hem de. Fakat şu da bir hakikat:

Ulaşım kolay ve hızlı hale geldikçe, insanların arasındaki mesafe açılıyor.

Birbirimizden uzaklaşıyor, hatta kopuyoruz.

Haberleşme olanaklarıyla birlikte, birbirimizi anlamama oranı da artıyor.


Nihayetinde kararlı seçmenlere ve mutlu müşterilere dönüştük, dönüşüyoruz.



Bir de soru: Ömrümüz uzamadığına göre, hayatı bu kadar hızlandırmanın mânâsı nedir?



***


Evet, Anadolu insanının gönlüne dokunacak, burukluğunu giderecek, aslını hatırlatacak, hakiki ihtiyaçlarını karşılayacak hamleler gerekiyor. Bizden kelimelerle, berrak sözlerle, sahici işlerle.



Birinin memnuniyetini sağlamaya çalışırken, başkalarını mağdur ve mahzun edemeyiz. Haklar herkes için geçerlidir.

İlgi de öyle. Sadece seçimlerde, mitinglerde hatırlanmayı kim ister? Demem o ki, küsenlerin yanı sıra, gücenenleri de kazanmalıyız. Adil olmalıyız.



Bunun yapılabilmesi, bir ihmalin ortadan kaldırılabilmesi için tanımak, tanışmak şart. 'Derdin nedir, bir ihtiyacın var mı' diye sormak. Yeniden ve sahiden bilmek. Yerde yaşayanlardan gökte uçanlara kadar. Hayır, uçak demedim.



***


Böyle bitsin:

Anadolu, 'bu sondur, sıkı tutalım' dediğimiz yerdir.



#Bu sondur
#Anadolu
#Edward Erickson
8 yıl önce
Bu sondur
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi