Yeni bir tabletim var. 'Ölümlü dünya' yazıyorum, 'olumlu dunya'ya dönüşüyor. Buna 'yabancı karakter' deniliyor. Aklıma ilk gelen, Mustafa Nezihi Pesen'in şu sözü:
En azından deniyorlar.
Evet, dünya...
Sorun demişken, birkaç soru: Tükettiklerimizin yüzde kaçını yerine koyabiliyoruz? Buna insanlar da dâhil.
Hemen burada, Sümmani'nin bir dizesini hatırlıyorum:
Aynı şiirden: “Mezar taşı ile iftihar olmaz.” Son dize meseleye biraz denge getirdi.
Nihayetinde burası dünyadır ve insan sözünü tutamamış olandır. Yapmam diyen yapar, söylemem diyen söyler. Maalesef, çoğunlukla böyle olur.
Kıymet verdiklerimiz kıymetsiz çıkabilir. Liste uzun.
Dost, yanında bulunalım veya bulunmayalım, güvende olduğumuz kişidir. Nazımızın geçtiğidir. Dünyada kendimizi güvende hissediyor muyuz? Nazımız geçiyor mu? Hayır, paramız.
O halde ne yapmalıyız? Zafer Acar'ın bir cevabı var: “Dış dünyanın meydanları, iç dünyanın meydanları kadar geniş olamaz. Biz iç sesimize sahip çıkalım.” (İtibar, 48) Oraya dönelim. Onu dinleyelim.
İşte hayattayız. Bazen üzülüyor, bazen seviniyoruz. Çevremize baktığımızda gördüğümüz nedir? Belki de birincisi:
Devamı, Hüsrev Hatemi'nin şu cümlesi olsun: “Bu üslupla hak teslim edilmez.” (Çelebi Bizi Unutma, İşaret Yayınları, sayfa 88.) Küçük bir değişiklikle, temsil de olabilir. Bu cümle kurulduğunda, sosyal medya ve mütedeyyin camianın iktidarla imtihanı yoktu. Yirmi yedi sene öncesinden bahsediyoruz.
Elbette çok şey değişti, değişiyor. O yıllarda, ramazan davulcularına köpekler havlardı. Şimdi araba alarmları çalıyor. Buna benzer örnekler.
Uzun zaman sonra farkına vardım. “Bu bir rıza lokmasıdır / Yiyemezsin demedim mi?” dizeleri aklımda şu şekilde kalmış:
Hep böyle söylemişim. Nasıl olmuş, anlayamadım. Şimdi, hassasiyet sahibi gazetelerimizde bile “krizi fırsata dönüştürmek mümkün” haberleri çıkıyor.
Uzun sözün kısası: