|
Zirvede kalmak zormuş

Yahya Kemal, ''İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar'' diyor. Hakikaten öyle.

Kaç vakittir, yarım kalan bir hesabı kapatmayı hayal ediyorduk. Sonunda bir boşluk yakaladık.

Geyve-Taraklı arasındaki Sivri Kaya''ya iki yıl önce çıkmış, güneşin batışını seyretmiş, fakat sonra aniden bastıran yağmura direnemeyip apar topar gecenin karanlığına karışmış idik. Hedefimiz, geceyi dağın zirvesinde geçirmekti. Fakat gök gürültülü sağanak yağış, bizi zirveden söküp attı ve Çoban Mustafa''nın tek gözlü kulübesine hapsetti. Uzun hikâye.

Beş kişilik ekibimizle tekrar yola düşüyoruz. Geyve''de eksikler tamam ediliyor, son çaylar içiliyor. İstikamet, Kapıorman dağları.

Yolda, tanıdık bir kiraz bahçesine uğruyor ve dalından meyve yemenin sevincini yaşıyoruz. Bilmecemiz hazır: ''Dal üstünde ateş yanar.'' (Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri, sayfa 20)

Sivri Kaya, Hamza Pınarı ile Karagöl Yaylası arasında kalan bir yükselti. Rakım 1,450. Bu civara Belengerme mevkii de deniliyor. Bilinenin aksine, ülkemizde güneşin batışı en güzel buradan seyredilebilir.

Tadına doyum olmayan bir orman yolundan ilerliyoruz. Belli bir yükseltiden sonra, duman da bize eşlik etmeye başlıyor. Bu dumanın en önemli özelliği, kör olmaması.

Hava parçalı bulutlu. Yağmur ihtimali tadımızı biraz kaçırıyor. Hamza Pınarı''na geldik ve hava hâlâ açmadı. Ağır yükler eşliğinde önce yürüyüşe, sonra tırmanışa geçiyoruz. Kekikler, çamlar, şimşirler ve sonrasında kayalık bir yamaç…

Eğimin yetmiş beş derece olduğunu düşünüyoruz. Kayalık bölge, endemik bitkilerle dolu. Zor şartlar altında yetişen her şey kıymetlidir. Bunu burada daha iyi anlıyoruz.

Nihayet zirveye ulaşıyoruz. Sivri Kaya''nın zirve noktası, defineciler tarafından kazılmış. Böylece, o çukur, doğal bir sığınağa dönüşmüş. Geceyi işte bu çukurun içinde geçireceğiz.

Rüzgâr, belli ki bir şeye öfkelenmiş. Öfkesini bizden çıkarmak istercesine, hız kesmeden esiyor. Duman daha da kesif bir hal aldı. Bakalım ne olacak?

Görev taksimi yapıyor ve biraz soluklandıktan sonra, geceyi karşılamak için hazırlıklara başlıyoruz. Böyle bir yerde, odun toplamak, en meşakkatli iş. Nitekim öyle oluyor.

Güneş batmak üzereyken, ''loca''daki yerlerimizi alıyoruz. Ateşimiz yanıyor ve çayımız hazır.

Bulutlar, ara sıra güneşin önünü kesiyor. Yine de içli bir manzarayla karşı karşıyayız.

***

Hava soğudu, beş derecenin altına düştü. Kıyafetlerimiz soğuk havaya uygun değil. Galiba üşüyeceğiz. Buna rağmen, şikâyet etmiyor ve geceyi bekliyoruz.

İşte gece! Ay doğdu ve rüzgâr kesildi. Ormandan çakal ve kurt ulumaları yükseliyor, çok uzaklardan silah ve köpek sesleri geliyor. Arkadaşlardan kimisi uyuyor, kimisi ateşin başında oturuyor.

Her şey geride kaldı: Trafik, kötülük, iş yoğunluğu ve yorgunluğu... Bir kez daha anlıyoruz ki, şehir hayatı, bizi sadece topraktan değil, aslımızdan da uzaklaştırıyor.

Aslına bakarsanız, herkes kendisini dinliyor ve esaslı bir muhasebe yapıyor. İpucu: ''Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.''

Gece uzun sürdü. Üşüdük. Gün aydınlanmaya durunca, her yerden yükselen kuş sesleri içimizi ısıtıyor. On altıncı yüzyıl şairlerinden Hatâyi ne güzel söylemiş: ''Sıra sıra gelen ol ulu kuşlar.''

Sivri Kaya macerasını bu kadar uslu bir şekilde bitirmek istemiyoruz. Kulübesine sığındığımız Mustafa Amca, bize bir ayı ininden bahsetmişti. Sivri Kaya''nın birkaç yüz metre kuzeyinde, şimşirlerle kaplı kayalıkların içinde.

Herkesten aynı cesareti beklemek, elbette haksızlık olur. Nihayetinde, ini bulmak için iki kişi kamptan ayrılıyor. Bekârların kampta kalması, evlilerin ise böyle bir maceraya atılması, ilk bakışta anlamlı gelebilir. Gelmesin.

İnin girişini buluyor ve içeriyi biraz dinliyoruz. Ses yok. Sonra kafa fenerlerini takıp dikkatli bir şekilde ine iniyoruz. Dar bir giriş ve genişleyen bir oda! Gerçekten de korkunç.

İşte indeyiz. Önce sessizlik, sonra ayı konulu birkaç şaka. Daha önce, Dokurcun beldesine bağlı Susuz Yayla''da ayı izleri görmüş ve tedbirsiz bir şekilde, uzun bir takip gerçekleştirmiştik. Biliyorum, bunun adına ''sopaya sürtünmek'' deniliyor. Korktuğumuz başımıza gelmeden, kampa geri dönüyoruz.

Artık toparlanma vakti. İniş, çıkıştan daha zor oluyor. Bu hep böyledir.

Sırada Çal Burnu mevkii var. Orada mola vermek için yolumuzu biraz uzatacağız. Geçen sene, o mevkide bir gece kalmıştık. Oranın sularını, kuşlarını ve yaşlı meyve ağaçlarını unutmadık. Bakalım onlar bizi unutmuş mu?

Yol boyunca, ''gördüm güzelliğin bildirip gider'' dizesini gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Bu dizenin şairi bilinmiyor, sadece on sekizinci yüzyılda yazıldığı / söylendiği tahmin ediliyor. Bilinmemek, hiç bu kadar güzel gelmemişti.

11 yıl önce
Zirvede kalmak zormuş
Benlik’ten daha yüksek değerler…
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak