|
Aydın Doğan son kurşunu da attı..
Siyasete ayar vermek, daha da ileri gidip siyaseti dizayn etmek bazılarının vazgeçmekte zorlandığı çok kötü bir alışkanlık. Onlar hala, on yıl önceki gibi, yirmi yıl önceki gibi, demokrasi kamuflajı altında iktidar biçimlendireceklerini sanıyorlar. Israrla, bıkmadan bu gücü ellerinde tutmaya, bu alışkanlığı devam ettirmeye çalışıyorlar.

Hükümet kurup hükümet indirmek, kabine şekillendirmek, bazılarını öne çıkarıp bazı siyasileri harcamak, devletin siyasi ve ekonomik iktidarını dar bir alanda bölüştürmek gibi bir tekel gücünün hala ellerinde olduğunu sanıyorlar.

Dışarıdan demokrasi, içeriden Baas oligarşisi

Türkiye'nin siyasi tarihi aslında bir biçimde bu “iktidar kurucuları"nın tarihidir. “Dışarıdan demokrasi, içeriden Baas yönetimi"nin gerçek aktörleri hiçbir zaman millet olmadı. Olmayı denediği zamanlarda da askeri darbe ve idamlarla süreç engellendi. Hangi siyasi çevreden olursa olsun, demokratik yöntemlerle gelmelerine rağmen, devlet iktidarından pay istediği anda milleti cezalandıran bir siyasi geleneğimiz var bizim.

Çünkü iktidar dediğimiz güç, bir “oligark ekibi"ne ihale edilmişti. Öyle ki, siyasi partilerimiz bile bunların kontrolünde, yönlendirmesi altındaydı. Onlar varken siyasetin, millet iktidarının bir şeyleri yönetmesi, değiştirmesi, dönüştürmesi mümkün değildi. Şimdi bu iktidar alanı yer değiştiriyor, Türkiye için “iç eksen kayması" yaşanıyor. On yıldır içeride verilen bütün kavgaların tek bir sebebi var, o da bu değişim.

Karşı Devrim'in sembol ismi Aydın Doğan

Siyasete ayar verme geleneğinin sembol ismi her zaman Aydın Doğan olmuştur. Tek güç hiçbir zaman o değildi ama bütün yaptırımlar, yönlendirmeler, hizaya sokmalar onun üzerinden, onun medyası üzerinden yönetildi. Gezi isyanı, 17 Aralık darbe girişimi ve son HDP/PKK üzerinden başlatılan “karşı devrim"in sözcüsü de yine o oldu.

Aydın Doğan, sanki bir intihar bombacısı gibi öne çıkarıldı, onun üzerinden son kurşun atılmaya çalışıldı. Bir sermaye gücünün, bir medya gücünün böyle bir kavganın merkezinde yer alması, hatta ana karargahlarından biri olması, özellikle böyle bir dönemde cesaret işidir.

Çünkü bu güç, girdiği büyük kavgadan yenilerek çıkabileceğini de öngörmek zorundadır. İçerideki iktidar alanı ile dışarıdaki organik bağlantılarının desteği de, bu sefer ona zafer kazandırmaya yetmeyebilir.

A. Doğan, çokuluslu bir kavganın sözcüsü

Şimdiye kadar hep kazandığı için, özgüven körlüğü ile yürüttüğü bu savaş, ilk kez siyasi kavga boyutlarının çok ötesine taşmıştır. Bu sefer devletiyle, milletiyle, geçmişi ve geleceğiyle tehditlerle yüzleşen ülkesine karşı, terörle anılacak derecede savrulmuştur. Türkiye için “yakın tehdit" olan çevrelerle iş tutmuş, onlar üzerinden ülkeyi ve devleti dövmeye kalkışmış, bir anlamda Türkiye'ye şantaj yapmıştır.

Oysa Türkiye değişti, iktidar aygıtları değişti, ülkenin de milletin de ilgi alanları değişti, devlet felsefesi değişti. Bundan sonra değişim bu yönde seyredecektir çünkü coğrafi bir değişim söz konusudur. Daha da ileri gidelim küresel güç haritası değişmekte ve iktidar alanları alabildiğine çeşitlenmektedir. Böyle bir dönemde, eski alışkanlıklarla devlete kafa tutup, kendi iktidar imkanlarıyla milleti zehirlemenin faturası oldukça ağır olabilir.

Artık o dar oligark yapı, Türkiye'yi de, coğrafyayı da denetleme gücüne sahip değildir. Türkiye öyle ağır imtihanlardan geçmektedir ki, ya parçalanıp dağılacak ya da eskisinden çok güçlü bir devlet olarak kendini yeniden kuracaktır. Kavganın boyutu burada ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Aydın Doğan'ın merkezinde yer aldığı kavga çokuluslu bir kavgadır.

Artık merkezde yer alamazlar..

28 Şubat'taki darbe mimarlıklarını hatırlatmaya gerek yok. Bu ülkenin muhafazakarlarına çektirdikleri eziyetleri sıralamaya gerek yok. Ama son savaşın bütün merhalelerinde yer almaları, Gezi isyanı ile terör üzerinden hükümet devirmeye destek vermeleri, 17 Aralık'çılarla Türkiye'yi Mısır'a çevirme projesinde işbirliği yapmaları, son olarak da HDP üzerinden kurdukları oyunu PKK saldırılarını pazarlama noktasına kadar getirmeleri, A. Doğan için dramatik bir dosya haline gelmiştir.

Yıllardır “merkez medya" olarak övünen medya grubu, Kürt milliyetçiliğine bel bağlamış, HDP'yi desteklemek bir tarafa, PKK ve diğer terör örgütlerine sempati pazarlayan marjinal yapılar haline gelmiştir. Artık hiçbir şekilde “merkez"de yer almaları mümkün olmayacaktır. Terörle, örgütlerle, Türkiye'nin bölünmesiyle, ideolojik çevrelerle anılacaklardır. Böyle bir duruş ve perspektif belirleyenlerin, Türkiye'nin omurgasına yabancılaşmasının bedeli çok geçmeden kendini hissettirecektir.

“Hükümeti ben devirdim" itirafı

Bütün bunları dile getirince, abartılı bir alınganlıkla kamuoyu açıklamaları yayınlayan A. Doğan, hala özgüvenin verdiği stratejik körlükten kurtulabilmiş değil. Gezi başarılı olamadı, 17 Aralık operasyonları başarılı olamadı, son olarak PKK da başarılı olamadı. Peki şimdi ne yapacaklar? Hangi yöntemi deneyecekler? Geriye çok da fazla seçenek kalmamış görünüyor? O ağlak ifadeler bu büyük günahı affettirebilir mi? Milletin hafızasından silebilir mi? Hiç sanmıyorum.

A. Doğan'ın Cumartesi günü Hürriyet gazetesinde yayınladığı açıklama öncekilerden farklıydı. Erol Simavi'nin Turgut Özal' yazdığı o mektubu hatırlatır türdendi. Cumhurbaşkanı'nı yalanlarken “Ben de Kelkitliyim" ifadesiyle bir tür meydan okumaydı. Hükümet kurup hükümet devirme iddialarını, Cumhurbaşkanı ile aralarında geçen konuşmayı yalanlamasının ne anlamı kaldı, o cümlelerin ne tesiri kaldı, bilemem ama A. Doğan'ın özellikle 28 Şubat ve Mesut Yılmaz dosyası varken bu sözlerle kendini aklaması pek mümkün görünmüyor.

Bugün Yeni Şafak'ta, gazetemizin sahiplerinden Ahmet Albayrak ve Nuri Albayrak ile Aydın Doğan arasında geçen konuşmayı mutlaka okuyun. Refah-Yol'u nasıl devirdiğini anlatıyor Aydın Doğan. Öyle söylenti değil. Görüşme tarihi belli, yeri belli, katılanlar belli, şahitler belli.

Buna ne diyecek bakalım. “Baktım ki bizi bitirmeye çalışıyorlar, biz de Refah-Yol'u yıktık" cümlelerini söyleyen adam, aynı şeyi son üç beş yıldır defalarca denedi. Olmadı, olamadı, bu sefer başaramadı. Bütün ortaklıklara ittifaklara rağmen başaramadı. Tehditler, gözdağı karşısında bu sefer kimse diz çökmedi. Böyle olunca da PKK kurşunları devreye girdi. Bu sefer en ağır cürüm işlendi. PKK kurşunlarıyla hükümet devirmek.. Türkiye artık bunu sorguluyor.

Türkiyelilik ekseni, güçlenen kimlikler

Türkiyeli olmayanın kaybedeceği bir dönem bu. Siyasi hesaplarınızı, ekonomik hesaplarınızı, kişisel ilişkilerinizi “Türkiyelilik ekseni"nde belirlemezseniz kaybedersiniz.

Aydın Doğan, Paralel'le ilişkilerini kesme görüntüsü vermek için çabalıyor. Zaman Gazetesinin yöneticilerinin Hürriyet'e manşet attırdığı, haber sipariş ettiği günler geçmişte mi kaldı?

Doğan grubu yayınları azalınca Selahattin Demirtaş ve HDP sus pus oldu. HDP sessizleştikçe, HDP'nin aslında PKK'nın savaş stratejisinin bir parçası olduğu kanaati yaygınlaştıkça A. Doğan da aynı karede görünmenin telaşı başladı. İktidarı şekillendirmede son girişimi yaptılar. Oysa oligarşik müdahalelerin sonu gelmişti. Bunu ölçemediler.

HDP milliyetçiliğine fazla güvenme Aydın Bey. Bölgenin ve dünyanın eğilimlerine bak. Güçlenen kimliklere bak. Özellikle bu bölgede, milliyetçilik üzerinden iş yapma dönemi kapandı. HDP milliyetçiliğinin PKK terörü ile iç içe olduğunu, bu durumun seni de o karmaşa içine çektiğini artık görmen lazım.

Öyle dışarıdaki iktidar odaklarına da fazla güvenme. Dikkat et, o odaklar bir süredir Türkiye'nin iç dinamiklerini belirlemede hep aciz kaldı. İçeriden diz çöktürme, terör şantajı, iç savaşa varan senaryolar Türkiye'de dar bir kesim dışında alıcısı kalmadı artık.
#Gezi
#HDP
#Doğan
#Zaman Gazetesi
9 yıl önce
Aydın Doğan son kurşunu da attı..
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’