|
Faşizan İslam ve "aydın piyasası"

Mazlum-Der Başkanı ve Kürt milliyetçiliği üzerine yazdığım iki yazı, oldukça hararetli tartışmalara neden oldu. Kendimi bir anda yaygın bir cephenin karşısında buldum. Eleştiriler kampanyaya dönüştü. Solcusundan İslamcısına, Kürt milliyetçisinden AB'cisine kadar, eleştiriye katılanların ezici çoğunluğunun, durdukları yer farklı gibi görünse de, kullandıkları dilin aynı olması, beslendikleri kaynakları teşhir etmesi açısından, son derece dikkat çekiciydi. İslamcısı mazlum söylemi üzerinden, diğerleri ise kendilerine göre gerekçelerle, aslında karşı oldukları, etnik milliyetçiliği onaylama yarışına girdiler. Üstelik bu zaafı, birarada yaşama, birleştirici olma formatı üzerinden pazarladılar.

Oysa konu ne Mazlum-Der'di ne Kürt milliyetçiliği. Konu, bir insan hakları örgütü başkanının etnik huzursuzluk içindeki bir ülkede "taraf" olarak konuşmasıydı. Mazlum-Der Başkanı tartışılan ifadeleri çok önemli bir kurumun başkanı olarak değil, köşe yazdığı Özgür Gündem gazetesinin yazarı olarak söyleseydi, kimsenin söyleyecek sözü olmazdı. Çünkü o zaman bir "taraf" olarak konuşmuş olacaktı. Ama Mazlum-Der etnik siyaset merkezi değil. Politika üretme merkezi de değil. Bütün bunların üstünde olması gereken bir kurum. Bilmediğimiz bir şey varsa ve Mazlum-Der böyle bir misyon üstlenmişse bu açıklansın. O zaman da söyleyecek sözümüz olmaz. Ama biz böyle olmadığını biliyoruz.

Hal böyle iken, tartışmaya katılanlar işi Kürt karşıtlığına, İslam'ın hoşgörüsüzlüğüne, devletçiliğe, İslamcıların ne kadar demokrat olduğuna hatta ihbarcılığa kadar sürüklediler. Konuyu mecrasından çıkarıp içlerindeki kurtları dökmek için hoyratça istismara giriştiler. Önyargılarını, hazımsızlıklarını, öfkelerini ortaya koymak için bir bahaneye dönüştürdüler. Elbette kasıtlı, kötü niyetli bir tavırdı bu.

Zaman yazarı Etyen Mahçupyan'ın son iki yazısına ve Radikal yazarı Yıldırım Türker'in dünkü yazısına girmeyeceğim. Ama Ahmet İnsel'in Radikal İki'deki (2 Temmuz 2006) "İğreti demokratlık" başlıklı yazısı, bu istismarın en açık örneklerinden. Benim ne söylediğimden çok beni nereye savurmak istediklerini, birliktelikten çok "taraf"ların sayısını arttırma girişimlerini, bu topluma yönelik öfkelerini ve küçümseyişlerini ortaya koyması açısından ibret verici bir yazı.

İnsel, "Derin devlete karşı olanların bilerek ya da bilmeyerek İngiliz emperyal politikalarının, Alman derin devletinin kollarına atılması" ifademden çok rahatsız olmuş. Neden bu kadar rahatsız oldu dersiniz? Bu konuda birkaç cümle edebilir mi?

Yeni Şafak'taki bir ilanı diline dolayan birinin, kimin gazetesinde yazdığının farkında olması gerekir? Bıraksın o gazeteyi, gidip mütevazı bir gazetede, mesela Özgür Gündem gazetesinde yazsın. Bunu tercih eder mi? Elbette etmez. Oruç tutmayanların öldürüldüğü bir ülkeymiş burası. Dışarıdan bakanlar Sultanahmet Meydanı'nda darağaçlarının dizildiğini sanır. Demokratların başörtüsü yasağına karşı çıkışlarını örnek verirken şunu da eklemeyi unutmuyor: "Kadınlığı bir ilahi yasakla damgalayan türban." Destek dediği bu işte!

Gelelim ihbarcılık meselesine. Ben Ayhan Bilgen'i devlete ihbar ediyormuşum. Ne diye? "Gizli PKK'lı" diye. Yahu adam Özgür Gündem'de yazıyor. Eğer bu ihbarsa, o kendini ihbar ediyor demektir. Ben, yanlış anlaşılır diye bundan bile söz etmemiştim.

İhbar konusunda kendi yaptıklarını unutuyor galiba. Danıştay saldırısından hemen sonra yazdığı yazıyı (21.05.2006) hatırlayalım. Suçluyu hemen ilan ediverdi: İslamcı faşist. Cümle aynen şöyle: "Danıştay 2. Dairesi üyelerine karşı yapılan menfur saldırı, bir İslam faşizmi anlayışının tezahürü olduğu kadar ...." Tabiî durum ortaya çıktıktan sonra kıvırma yazıları geldi. "İslamcı faşist" o zaman "milliyetçi faşist" oluverdi. İnsel o yazısıyla kimi kime ihbar ediyordu? Diyelim o devlete ihbar etmiyor. Kime ihbar ediyor olabilir! O yazılarda kullandığı ifadelerle Ayhan Bilgen'in sözleri hemen hemen aynı. "Faşizan İslam" ithamının sahibi ortada değil mi? Bu da, kimin kimlerden beslendiğini, kimin kimleri neden savunduğunu ortaya koymuyor mu? Yani ortada Kürt milliyetçiliği ya da Türk milliyetçiliği tartışılması değil, bir lobinin dayanışması örneği yok mu?

"İslamcı demokratlar"la değişik platformlarda bir araya geliyorlar. Ortak çalışmalar yapıyorlar. Dayanışma içine giriyorlar, imzalar atıyorlar. Ama fırsatı doğduğunda o birliktelikleri unutup, gerçek yüzlerini gösteriyorlar. İnanmadığınız insanlarla neyin çözümü için çalışıyor olabilirsiniz?

Bugüne kadar hep aynı şeyleri söylediler, yazdılar. Kürt sorununa ilişkin ortaya ne koyduklarına bir bakalım. Hiç! Neden? Çünkü bu mesele bir "piyasa", rant kapısı, yükselen değer. Türkiye'de düşünce üzerinde bir aydın denetimi var. Bir elin parmaklarını geçmeyen insanlardan ibaret bir "cemaat" var. Engizisyon gibi. Doğruları ve yanlışları onlar belirliyor. Farklı bir ses ortaya çıktığı anda organize tepkiler gelişiyor. Gerçek değil, güç/çıkar ilişkileri öncelikli. Bugün Kürt meselesi popüler, beş yıl sonra başka bir alan oluşur. Kürtlerin sıkıntıları umurlarında mı sanıyorsunuz? Hiç birinin beni ya da bu meselenin kaygısını çekenleri bir yerlere yamayacak yüzü yok. Bu böyle biline!
18 yıl önce
Faşizan İslam ve "aydın piyasası"
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü