|
Felaket senaryoları, Türkiye ve Endonezya

Ekonomik ve siyasi anlamda çok derin bir krizin içine sürüklenen ve tarihinin en buhranlı, en hazin dönemlerinden birine daha katlanmak zorunda bırakılan Türkiye, bunalımdan kurtulma yollarını ararken, umuyoruz ki, ızdıraplı olsa bile ciddi bir sorgulama dönemine de imzasını atacaktır.

On yıl önce Balkanlar''dan Doğu Türkistan''a, Kafkaslar''dan Kudüs''e kadar etkili olabilecek bölgesel bir güç olarak nitelenen, uluslararası konjonktürün adeta "emperyal" bir vizyonla öne sürdüğü Türkiye''nin bu kadar kısa zaman içinde böylesine daramatik bir sürece girmesinin nedeni ciddi biçimde sorgulanmadan ileriye güvenle bakabilmemiz mümkün değil.

Türkiye''nin siyasi ve ekonomik yapılanması yeniden tanımlanmadan, iktidar mekanizmaları üzerinde yoğunlaşan soru işaretleri giderilmeden, uluslararası sistemin Türkiye''ye biçtiği rol ile Türkiye''nin kendisine biçtiği rol arasında kararlı bir denge kurulmadan, uluslararası finansla ilişkiler spekülasyon ekseninden kurtarılıp adil bir düzleme oturtulmadan, bu çevrelerle Türkiye''nin ilişkilerini belirleyen ve bu ülkeyi ağır biçimde sömüren oligarşik blokun imtiyazları elinden alınmadan geniş çaplı bir ıslahata gitmenin, Türkiye''yi yeniden yapılandırmanın mümkün olmadığını akıl sahibi herkes biliyor.

"Uçurumun kenarındaki ülke"

Türkiye''nin dış kredi bulmak için kapı kapı dolaştığı, içeride umut vaadeden bir havanın oluşturulduğu bu günlerde, uluslararası finans çevreleri ve siyasi merkezler krizin vahim boyutlara ulaşabileceğine dair raporlar yayınlıyor, Türkiye hakkında felaket senaryoları üretiyor. Başta ABD olmak üzere, Türkiye''nin kapısını çaldığı herkes öncelikli olarak ekonomik değil siyasi değişim şartında ısrar ediyor. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi belirli aralıklarla toplanıp Türkiye''nin durumunu tartışıyor. Toplantılara Savunma Bakanlığı''ndan istihbarat teşkilatlarına kadar geniş yelpazeden yetkililer katılıyor. Dünya uçurumun hemen kenarındaki bir ülkenin dramatik serüvenini heyecanla izliyor.

Alman Die Welt gazetesi Türkiye''deki kötü yönetimin özelliklerini dört maddede özetledi: Hükümet işlerini gizli yürütmek ve şeffaflıktan kaçmak, mutlak gerekli olan dönüşümleri geciktirmek, idare-i maslahatı bozmaya çalışanları maddi menfaat karşılığı susturmak ve kamu maliyesini yağmalamak... Die Welt, Kemal Derviş''in ülkenin kanını emen spekülasyoncuların üstesinden gelemeyeceğini belirtti ve şu ifadeleri kullandı: "Türkiye''nin kamu borçlarının ödenmesi mümkün değildir. Ne IMF ne Dünya Bankası ne de G-7 ülkeleri Türkiye''ye ödeme yapmayacaktır. Türkiye tamamen kontrolden çıkabileceği bir mali çöküşe doğru ilerlemektedir..."

Neden Endonezya örneği veriliyor?

Die Welt''in bu yorumundaki ifadelerin aynısı veya benzerleri bugünlerde hemen bütün Batı basınında yer almaktadır. Küresel düzeyde sermayeyi yönlendiren kuruluşların korku senaryoları içeren raporlarını da ekleyince, içerideki iyimser havanın dışarıdan hiç de öyle görünmediği ortaya çıkıyor.

Meksika, Brezilya, Güney Afrika ve Endonezya örneklerinden hareket eden bu çevreler Türkiye''yi özellikle Endonezya''ya benzetiyorlar. Burası çok önemli... Çünkü Endonezya ekonomik krizin faturasını toplumsal bölünmeyle ödeyen tek ülke. Latin Amerika ve Güneydoğu Asya krizinden sonra ülke bütünlüğünü kaybeden, parça parça bölünen tek ülke Endonezya oldu. Soğuk Savaş dönemi güç dengeleri açısından Asya-Pasifik bölgesinin en sağlam kalelerinden biri olan ve bunun için sürekli finanse edilen ülke bir anda kaosun içine sürüklendi. Endonezya''nın yerine bölgesel güç olarak Avustralya ikame edildi. Önce Doğu Timor BM, ABD ve diğer uluslararası kurumların işbirliği ile ülkeden koparıldı. Başta İrian Jaya olmak üzere petrol gibi zengin kaynaklara sahip bölgelerde çok ciddi etnik çatışmalar başladı. Endonezya etnik anlamda çok hassas bir ülke. Ancak son çatışmaların ve ülkenin parçalanmaya doğru gidişinin sebebi bu değil. Uluslararası sistem İslam dünyasının en kalabalık ülkesini parça parça yutuyor. Türkiye''nin Endonezya''ya benzetilmesi bu açıdan hiç de iyi çağrışımlar yapmıyor.

Kim suçlu?

Türkiye''nin kendi ulusal duruşunu, iç siyasi yapılanmasını yeniden tanımlamadan, uluslararası sistemle, küresel finansla ilişkilerini yeniden belirlemeden krizden kalıcı olarak kurtulması mümkün değildir. Krizin faturasını sadece içerideki siyasi yapının bozukluğuna bağlamak, buhranın sebebini anlamamızı yardımcı olmayacak ve eksik kalacaktır. Küresel sermayenin gelişmekte olan ülkelerin siyasi yapısını belirleyen en etkili güç olduğu bir gerçektir. Bu ülkelere ekonomik programlar öneren veya ''dayatan'' IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası sistemin öncü kuvvetleri hiçbir zaman sözkonusu ülkeleri düzlüğe çıkarmadılar. IMF programlarıyla kalıcı bir refaha ulaşan, bunalımlardan kurtulan hiçbir ülke örnek gösterilebilir mi?

Uluslararası sermayenin Türkiye''ye yönelik ''müdahalesine'' karşı itirazlar geliştirmek, ulusal menfaatleri savunmak, bir ülkenin kaynaklarının sömürülmesine karşı olmak o ülkenin siyasi, ekonomik ve özgürlükler anlamında değişmesine karşı olmakla birebir örtüşen tavırlar değildir. Siyasi, ekonomik ve kültürel reformları savunmanın bedeli de o ülkenin kaynaklarının peşkeş çekilmesi olmamalı. Sorumuluk sadece Türkiye''yi yönetenler veya sadece uluslararası sermaye olarak tanımlanamaz. Sorumlu ikisi de. Zira Türkiye''yi bu hale getirenler hiç bir zaman uluslararası sermayeden bağımsız olmadılar.

"Sınırlarımıza yığınak yapıyorlar. Her şeyimizi yağmalayacaklar. Kafalarını koparmak istiyorum. Ancak buna gücüm yetmiyor" diyen Mahathir, uluslararası sistem tarafından tecrit edilse de, bu feryad, Türkiye için de bir çağrıdır.

il y a 23 ans
Felaket senaryoları, Türkiye ve Endonezya
Hikâyeler (2)
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir