|
Oğulları savaşmasaydı, geride savaşın kötülüğünü anlatacak anneler de kalmayacaktı

Bir saat Düğün TV izlemek, sosyoloji diplomasından daha faydalıdır. Çünkü halkımız hakkında daha çok şey öğretir insana.

Siyasetçilerin ''adına'', akademisyenlerin ''hakkında'' konuştuğu halk, yıllardır yayın ücretini cebinden vererek Düğün TV''de düğün kasetlerini yayınlatmakta, aracısız kendini ifade etmekte, ne-ise-ne (nesne) olarak öylece ortada durmaktadır. Görmek isteyene...

Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden, bolca genellemeler yaparak, sosyolojik okumalar yapmak, edebiyat parçalar gibi bilim parçalamak, parçalanmış gerçeğin kırıntılarıdır, ''akademik popüler kültür''dür. Sanki üçüncü sayfada yaşıyoruz...

Oysa siyasetçilerin ve akademisyenlerin kurgusundan geçmemiş haliyle halkımızı, ne-ise-ne (nesnel) olarak görmek isteyenler, Düğün TV''de yayınlanan kurgulanmamış düğün kasetlerini izleyerek, halkımız hakkındaki asılsız zanlarıyla bir nebze de olsa tanışma fırsatı yakalayabilirler.

Neredeyse her akşam televizyon ekranlarında, kaygılı bir yüz takınarak, Türkiye''de toplumun son yıllarda çok bölündüğünden bahsedenleri, bir saat Düğün TV izlemeye davet ediyorum.

Aynı memleketi paylaşamayanlar, nasıl aynı sahneyi paylaşabiliyorlar? Bir araya gelmesi imkansız zannedilen insanlar, başı açıklar ve başı kapalılar, top sakallılar ve uçları sarkık bıyıklılar, sakallılar ve sakalsızlar, ''elektro bağlama'' eşliğinde her hafta sonu aynı sahneyi paylaşıyorlar. O düğünlerde sadece görgüsüzlük yok, gözünü aç, umut da var...

Mal bulmuş mağribi (batılı) gibi, elektro bağlamaya saldırmayalım, her şeyi onla izah etmeye çalışarak abartmayalım. Çünkü bu satırların yazarı gibi düğünlere gitmeyi sevmeyen insanlar da var ve o düğünlerdeki "örneklemler" toplumun çoğunu temsil etmeye yetse de, hepsini temsil etmemektedir.

Fakat entelektüellerimizin dünyasında bir yeri yok diye, onlar hoşlanmıyor diye, ''elektro bağlama''ya hak ettiği yeri vermeyelim mi?

Rahmetli Neşet Ertaş''ın da yıllarca bağlamasıyla düğünden düğüne koştuğu hatırlanırsa, şu hakkı teslim etmek boynumuzun borcudur: ''Elektro bağlama'', bu milletin en önemli asgari müştereklerindendir.

Öteki ve sembol kelimelerini mutlaka bir cümlede kullanalım ki, entelektüel mahallenin baskısından sakınalım:

''Elektro bağlama'' yıllardır öteki muamelesi yapılan çok önemli bir semboldür! (Nasıl, oldu mu?)

''Elektro bağlama'' Türk modernleşmesinin sembolü olmaya ziyadesiyle namzettir. İçinde hem teknoloji, hem gelenek vardır. Halk şapka takmamak için kasketi nasıl icat ettiyse, piyanoyu sevmediği için de ''elektro bağlama''yı icat etti. Halk, bildiğini okudu, bildiği gibi modernleşti.

Ana fikirsiz yaşayamayan, her yazıda ana fikir arayanlar var, onları daha fazla uğraştırmayalım:

Çoğu insan, ne okursa okusun, sonuçta bildiğini okur. Bilmediğini okuyamaz, okusa da anlayamaz.

Halk bildiğini okuyor da, entelektüeller bilmediğini mi okuyor?

Halkın ezberleri var da, entelektüellerin yok mu?

Bir soruluk canı olan 31 Mart Olayı''nda herkes bildiğini okumuyor mu?

Yoklayın ezberlerinizi, film şeridi dönmeye başlasın, "Şeriat isteriz!" diye ayaklananlar, bir kere daha gözünüzün önünden geçsinler.

Bir kere daha bildiğinizi okumadan, bilmediğiniz soruyu okuyun lütfen: Halife ve şeyhülislam -yetkileri sınırlandırılmakla birlikte- görevinin başında iken, mahkemelerde kadı efendiler İslam hukukuna göre hükmediyorken, insanlar niçin şeriat istesinler ki?

İsterseniz bunun cevabını, bilmediğini de okuyan, Sol-Alevi tarihinin önemli isimlerinden Abidin Nesimi (1909-1991) versin:

"Serez Çetesi, gazetecilerden Hasan Fehmi''yi, Ahmet Samim''i, Zeki Beyleri tasfiye etmiştir. Bunların öldürülmeleri, faillerinin bulunamaması, kamuoyunda çok fena etki yapmıştır. Hasan Fehmi''nin öldürülmesiyle Avcı Taburları, şeriat isteriz diye ayaklanmışlar, tarihte 31 Mart Olayı diye anılan olayı yapmışlardır."

Bunları hepimiz biliyoruz, ama bilmediklerimizi anlatmaya devam ediyor Abidin Nesimi:

"Avcı Taburlarının şeriat isteriz sloganının anlamı, şeriat gereği Hasan Fehmi''nin katillerinin yakalanması, yine şeriat gereği kısasa kısasın yerine getirilmesi yani faillerin asılmalarıdır."*

Türkiye''nin en zor yıllarında sosyalist olmanın ve siyaset yapmanın bedelini ödeyen Abidin Nesimi, halkla aynı dili konuşuyor, "şeriat isteriz"in anlamını biliyordu.

Keşke memleketin entelektüel birikimi Abidin Nesimi ile yarışabilseydi. Yıllardır basit bir sloganı bile anlamaktan, meseleye yeni sorularla yaklaşmaktan aciz olan entelektüeller, uluorta pot kırmakta yarışıyorlar sadece.

Mesela, Suriye''deki olayları tahlil ederken (!), "Sünni mezhepçiliği"nden bahsediyorlar.

Bosna''daki savaşı da, her şeyi izah ettikleri faşizmle izah ediyorlardı. Fakat küçük bir hesap hatası yapıyorlardı: Boşnaklarla Sırpların aynı ırktan olduğunu bilmiyorlardı. Faşizm için en az iki ırkın olması gerektiğini hesaba katmıyorlardı. Bosna''da bir din savaşı vardı ve ne yazık ki din savaşını çıkaranlar müslümanlar değildi. Bu gerçekle yüzleşmek, aydınımızın sıkletini aşıyordu.

"Sünni mezhepçiliği"nden bahsederken de, büyük ihtimalle Sünniliğin anlamını bilmiyorlardır.

Sünni olmak, mezhepçiliğe karşı olmaktır oysa.

Sünni-Şii veya Sünni-Alevi kavgası, bütün-parça kavgasıdır. Parçalanmaya karşı verilen kavgadır.

Terim anlamını ve tarihini bilmeden, sözlüklerden mezhebin kelime anlamını öğrenerek meseleyi anladığını zannedenler için, daha somut konuşalım.

Şiilik bir yol ise, Sünnilik o yolun çıktığı ana caddedir.

Alevilik veya Nusayrilik bir sokak ise, Sünnilik o sokağın kesiştiği ana yoldur.

Eğriye eğri diyorsak, doğruya da doğru diyelim. Kendi tarihiyle, kendi anlamıyla çelişen katı mezhepçi bir Sünnilik algısı, gerçektir. Hitap ettiği kalabalıklar arttıkça daha kibirli, daha asabi, daha mezhepçi davranışlar sergileyen, Ehl-i Sünnet''i savunduğunu iddia eden Sünni vaizlerin eseridir. Sünni ilim adamlarının eseri değildir.

Vaaz nasihat, vaiz nasihat eden demektir. Nasihat etmek sadece hocaların değil entelektüellerin de mesleğidir.

Savaş çok kötüdür mesajı vermek için, barış mesajlarıyla gerçeklerin üstünü örtmekten de çekinmezler. Mazeretleri hazırdır. Savaşta çocuğunu kaybeden annelerin dilinden, savaşın ne kadar kötü olduğunu göstermektir dertleri.

Bir insanın muhakemesi bu kadar mı kötü, bu kadar mı kör olur? Çanakkale''de o çocuklar savaşmasaydı, geride savaşın ne kadar kötü olduğunu anlatacak anneleri de kalmayacaktı!

*: Abidin Nesimi, Yılların İçinden, s.33-34, Nöbetçi yayınevi.


12 yıl önce
Oğulları savaşmasaydı, geride savaşın kötülüğünü anlatacak anneler de kalmayacaktı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi