Bugün bunların hepsini Halep kuşatmasında görüyoruz. Görüntüler ve hayatlar akıp gidiyor.
Sürekli güncellenen bir harita var önümüzde. Kırmızı çepeçevre büyüyor, yeşil küçülüyor. İlk bakışta, şehirleşmenin tabiata verdiği zarar düşünülebilir. Hayır. Kuşatma altındaki Halep'in haritası bu.
Acıyı ve acımasızlığı. Sadakati ve ihaneti. İşgalcilerle birlik olup kendi halkına kıyan zalimler var orada.
Halep'teki mezalime kayıtsız kalmak, insanlıktan istifa etmek anlamına geliyor. Hemen ekleyelim: Suçluyu görmeden ve göstermeden sadece yaşanan acıyı ve yıkımı yazmak, kesinlikle iyi niyet taşımıyor. Kim yapıyor, yaptırıyor bunu?
Suriye meselesinde neden bu kadar geciktik, yetersiz kaldık? Sorunun cevaplarından biri de bu cümlenin içinde. Mesela Suriye sınırındaki bir ilimizde katili (Esed) destekleyen gösteri düzenlendi, yürüyüş yapıldı. Hiçbir müdahale de gerçekleşmedi.
Yazdık, yine yazalım: Hain kontenjanı yüksek bir coğrafyada yaşıyoruz. Sultan Mehmed, İstanbul'u muhasara altına aldığı zaman, surların bir bölümünü Şehzade Orhan savunuyordu. Kime karşı ve kimlerin safında? Tarihimiz boyunca ne yapılmışsa, böyle bozuklara rağmendir.
Suriye konusunda iktidarda bulunanların elbette hataları oldu, oluyor. Fırsat kelimesini sevmesek bile, defalarca kaçırıldığını biliyoruz. Şu veya bu nedenden dolayı. Söyleyelim:
Atalarımız uyarmış: Hilekâr, dokuz ocak yıkmayınca bir ocak yapamaz.
Evet, Amerika'dan bahsediyoruz. Teselli de atalardan gelsin o halde: Ahla gelen vahla gider. İnşallah.
***
Pertev Naili Boratav'ın Az Gittik Uz Gittik (Adam Yayınları, 1992) kitabını okurken, iki yüz beşinci sayfada ara verdim. Kitap, Türk masal ve hikâyelerinden oluşuyor. Otuz dokuzuncu masal, Çiftçi Mehmed Ağa'yı anlatılıyor. Peki, ben bunun neresinde durdum?
“Evvel zamanda Çiftçi Mehmed Ağa isminde bir adam varmış. Bu adam çok fakirmiş. Rençberlik yapıyor ama iki öküzü yok. Bir tek öküz, bir tek eşek koşuyor çifte. Bu Çiftçi Mehmed Ağa'nın Halep ile Antep arasında, yol kenarında bir tarlası varmış. Başka bir tarafta hiçbir şeyi yokmuş…”
Bütünüyle bir ve beraber olan Halep ile Antep arasındaki mesafeyi kimler oluşturdu, boşluk neyle dolduruldu? Bu iş nasıl oldu? İki beldenin (ülkenin) halkı birbirinden neden bu kadar uzak düştü? Bütün suç batı dünyasında yahut işbirlikçi yöneticilerde mi?
Çarşamba günkü yazımızda geçen birkaç cümleyi tekrar edelim:
'Yenilmeden kaybetmek' bahsine örnek olarak Musul verilebilir. Musul bu yüzden meseledir, yaradır. Ayrıca cesaret gösterememenin ağır bedelidir.
Lozan tartışmaları malum. İstiklal Harbi'ni, Kurtuluş Savaşı'nı kazandık ve sonrasında neler kaybettik? Cevaplardan biri: Avrupa'nın tüm şehirlerini ezberledik; buna karşılık hemen yanımızdaki Başika, Telafer, Sincar, El Bab, Afrin, Haseki, Rakka, Raşidin, Azez, Tel Rıfat, Münbiç, Cerablus, Anadan gibi beldeleri unuttuk. Daha doğrusu, planlı bir şekilde unutturuldu. İsimlerin güzelliğine bir bakar mısınız?
Alt katımızdaki daire yanarken / yıkılırken, 'bana ne' diyebilir miyiz? İçimizden bazıları istiyor ki, diyelim.
Gücümüz şimdilik bazı şeylere yetmiyor, sözümüz tesir etmiyor olabilir. Fakat: 'Seferberlik' deyince aklımıza sadece yiyecek ve giyecek gelmesin artık. Memleketimizde yaşayan bazı kimseler, zalimlerin ağzından milletimizi tehdit ediyorlar. Edemesinler.
Türklere neden “vefalı” deniliyor? Bir zamanlar Suriye'nin Dostları vardı. Şimdi yok. O gruptan geriye tek Türkiye kaldı.